Kartvizitinde “İkinci el mobilya satıcısı” yazan Al Capone gibi adamlar buhran döneminin yasaklarını ve bu yasakların doğurduğu fırsatları ustaca kullanarak maddi ve politik hükümranlıklarını yükseltmişlerdi.
Amerikan pop kültürünün modern dünyaya armağan (ihraç) ettiği ‘popüler güç ikonu’ Süpermen’in zihinlerde işgal ettiği mevziler ve bu bölgeye sapladığı sosyolojik bıçaklar, ilk bakışta algısal güç tasavvurunun yaralanmasına yönelik salvolardan ibaret de görülebilirdi aslında. Şüphesiz, yaşadığımız yüzyıl güç tapınıcılığının bir noktada doyma noktasına ulaştığı bir yerdi en nihayetinde. Süpermen’in hatıralarımızda çocukluğumuzun kahramanları arasında sayılan; Köroğlu, Dadaloğlu ve Nasreddin Hoca’dan daha işlevsel bir yerde siper aldığını da söylemek mümkün. Bir bakıma görsel güdülenmenin zaferi de sayılabilir bu. Bununla birlikte psikolojik kültür emperyalizminin kendi özel kriptolarıyla zamanın ruhuna dokunma ve onun hücre çeperlerine kadar sızma girişimleri; kasıtlı kültürlenmeye müsaitleşerek -tek bir kaynaktan yönlendirilen dayatmacı politikaları- reddetmekten ‘aciz’ bir duruma düşmüş olan toplumların değişmeyen kaderi de olmuştur, doğal süreçte.
Süpermen’in kahramanlık kültü, güç tapınıcılığı ve modern mitler propagandası gibi başlıklarla üzerine düşünülmesi gereken taytlı bir abi olmasından mülhem, 1970’lerde Umberto Eco gibi bir ismin de dikkatine takılmıştır. Eco’ya göre Süpermen lokal başarıların adamıdır ve kendi yerel dünyası dışında her şeye idea-doğası gereği kapalıdır.
Şöyle tarif eder bu meseleyi Eco; “Süpermen etkinliklerini yaşadığı küçük cemaatin (gençliğinde Smallville’de, yetişkinliğinde ise Metropolis’de) sınırları içerisinde sürdürmeyi yeğler, ve – tıpkı Kutsal Toprakları ziyarete gidebildiği halde, yaşadığı yere elli kilometre uzaklıktaki kapalı ve müstakil sayılamayacak cemaate ulaşamayan ortaçağ insanı gibi – diğer galaksilere kolaylıkla ulaşabildiği halde, yalnızca “dünya”nın değil, “Amerika Birleşik Devletleri”nin de boyutlarını gözardı eder. Kendi kü-çük dünyasının sınırları içerisinde, mücadele edebileceği tek kötülük, yeraltı ve organize suç dünyasına ait olan varlıklardır. Uyuşturucu karaborsasına ve elbette rüşvet yiyen yöneticilere ya da politikacılara karşı değil, banka ve posta kamyonu soyguncularına karşı mücadele etmeyi tercih eder. Bir diğer deyişle, görünürdeki tek kötülük özel mülkiyete karşı işlenen kötülüklerdir. Başka dünyalardaki kötülükler de bir çeşni sağlar; oradaki kötülükler de rastlantısaldır, beklenmedik ve geçici yapıdadır; yeraltı dünyası ise kalıcı bir kötülüktür, tıpkı kesin çizgilerle ayrılan – her zaman için otoritenin saf ve iyi, kötünün ise onanmayacak derecede çürümüş olduğu – ikili karşıtlık alanları yaratan, insanlık tarihine damgasını vuran bir tür namussuzluk dalgası gibi’’ Süpermen’den dünyadaki bütün kötülerle mücadele etmesini beklememiz ontolojik olarak imkânsızdır. Yani sözgelimi Süpermen-Filistin, Süpermen-Doğu Türkistan, Süpermen-Patani gibi serilerde onu görmemiz olası değildir. Kendi kurguladığı dünyasında bataklıkla didişmeden, insanlara, daha doğrusu Amerikalı insanlara zulmeden sineklerle (idea-doğası gereği) fiyakalı stiliyle mücadele edip duracaktır Süpermen.
1933 yılında Amerikalı yazar Jerry Siegel ve Kanadalı ressam Joe Schuster tarafından; ilk olarak dünyayı istila etmeye gelmiş kel, biçimsiz, yeterince kusurlu ve sevimsiz bir uzaylı olarak tasarlanmış kötü niyetli egemen bir antikahramandır. Bilim Kurgu fanzininin 3. sayısında “Superman’in Öfkesi” hikâyesinde ortaya çıkan bu ‘kötü, sevimsiz, güçlü adam’ tasviri tutmamıştır nedense. Bu haliyle herhangi bir dergide kendine yer bulmasının yani kısacası halktan ilgi görmesinin neredeyse imkansız olduğunun anlaşılması üzerine hayal kırıklığına uğrayan Siegel ve Schuster isimli henüz 18’li yaşlarını süren bu iki Yahudi çocuğun, bu sevimsiz projeyi imha etme kararı aldıkları sırada akıllarına ilk gelen anahtar kelimelerin; “iyilik, kahraman, kötülere karşı savaş, sosyal adalet, erdemli güç ve -ayırt edici başkalaştırıcı faktörüyle- üniforma’’ olması kaçınılmaz olacaktır haliyle.
Biraz Herkül-biraz Polyanna formatlı bir ultra halk savaşçısını hayal etmenin dayanılmaz cazibesi batı için eski ve tanıdık bir alışkanlıktır zaten.
Aradan geçen beş yıllık tasarım süreci sonrasında mezkur fikirlerle yeniden formatlanan ve formüle edilen kahramanımıza 1938 Haziran’ında Action Comics adlı çizgi roman dergisinin 1. sayısında Amerikan bayrağını simgeleyen mavi-kırmızı taytıyla ilk sefer görev emri de çıkartılmıştır nihayet. Süpermen figürünün ortaya çıktığı, dönemin Amerika’sına baktığımızda ilk gördüğümüz; Wall Strett’in çökmesiyle başlayan (buradaki dükkânlar tarih boyunca belirli periyotlarla düzenli olarak sarsılır) meşhur ‘büyük buhran’ın yıprattığı bir toplum yapısıdır. İşadamlarının tükendiği, intihar vakalarının arttığı, parasal sistemin çöktüğü, arzın patladığı, talebin sıfırlandığı ve alım gücü diye bir şeyin kalmadığı bu neo-ekonomik buhran aynı zamanda mafyatik yapılanmaların da önünü açmıştı.
Kartvizitinde “İkinci el mobilya satıcısı” yazan Al Capone gibi adamlar buhran döneminin yasaklarını ve bu yasakların doğurduğu fırsatları ustaca kullanarak maddi ve politik hükümranlıklarını yükseltmişlerdi. İşadamlarının silahlanmaya başladıkları görülüyordu.
Ekonomik kriz, Amerikan ekonomisinde ve sosyal yapısında ciddi arızalar doğurmuştu. Süpermen’i işte tüm bu olumsuzlukların yarattığı bir kahraman olarak değerlendirmemizde bence bir sakınca yok. Kitle kültürünün muhataplarını ve kentli umutsuzları rahatlatan süper kahramanımız modern yalnızlığa da adeta bir ilaç gibiydi. Bu dönemde erdemli bir halk adamı olarak Al-Capone’lara karşı sava-şan, sosyal meselelere yıldırım gibi dalan, bir aktivist edasıyla dönemin sorunlarına ve kötü gidişe çeşitli müdahalelerde bulunan bir Süpermen portresiyle karşı karşıyayızdır. Zaten çizgi-roman serisini dönemselliğiyle incelediğimizde ‘büyük buhran’ın izlerine bu yıllardaki hikâyelerinde sıklıkla rastlarız. Amerika’nın temel politikalarıyla özdeş giden çizgi roman sayfalarında sözgelimi, II. Dünya Savaşında Amerika’nın düşmanlarına karşı savaşırken, uçakları düşürürken, Japonlara hadlerini bildirirken veya Nazi’leri döverken de görebiliriz onu. Süpermen’in karakter yapısının Niçe’nin ubermensch kavramı üzerine bina edildiği söylenegelir. Nasyonal sosyalistlerin önderi Hitler’in de aynı filozoftan etkilenmesi her ne kadar ironik bir durummuş gibi gözükse de, gözlem-amaç teorisi ile aslında birbirlerinden net bir şekilde ayrılırlar. İnsan ırkının en üstün özellikleri Süpermen’de mevcuttur. Rafine edilmiş üstün ahlakı da buradan gelir. Kahramanımızın erdemleri, aslında üstün ve sınırsız güçlerinin çok ötesinde bir yerde konumlandırılır ve yüceltilir.
Çünkü onu var eden şey -gücünden ziyade- üstün ahlak anlayışı ve erdemidir. Düşmanlarına karşı merhametlidir, arkadan dolaşıp sayı almaz, barış ve demokrasi yanlısıdır, insan hayatını önceler, alil ve acizlere yardım eder, Tanrı’ya karşı tüm insanlıktan sorumlu, ‘çocuklar, kadınlar ve masumlar candır’ şiarına ise tüm kalbiyle bağlıdır. Ayrıca garip-gurebayı kollayan, doğayı sevdiği gibi yeşili de koruyan ve bu özellikleriyle ekolojik erdemler klasmanına da üst sıralardan giren süper bir kahramanımızdır ki, pamuklara sarılması da muhtemeldir bu yüzden.
Modern zamanlardan bize tanıdık gelen ‘batının ahlakı’na beş benzer(!) bir ahlak yani. Süpermen’in korumacı dürtüsü ise Amerikan diplomasisini paralel evrene beş dakika kala yakalama iddiasındadır. Zaten dünyadaki (dünya Amerika’dır) tüm ezilmişlere yardım eden, taytlı, güçlü, üstün ahlaklı, merhametli ultra iyi bir kahraman olmak yaklaşık olarak böyle bir şeydir.
-Burada Türk Süpermen’i ‘Tayfun Demir’e de bir parantez açmakta fayda var. Türk sineması için ‘fan-tastik çakma’ların piri sayılabilecek bu yerli Süpermen filminde fantezinin dozu biraz kaçmış olsa da, bizim süperlik tahayyülümüzün ne olabileceği konusunda bir fikir vermiştir bilinç-üstlerimize aslında. Bizim yerli Süpermen’imiz geçmişini öğrenmek için girdiği mağarada babası Jor El’den (Reha Yurdakul) aldığı bilgiler şöyledir mesela; “Hz. Süleyman’ın zekası, Herkül’ün kuvveti, Atlas’ın tahammülü, Zeus’un selameti, Aşir’in cesareti, Merkür’ün sürati… Bunlar senin vasıfların, ama onları kötü yollarda kullanırsan Kripton’un bütün laneti üzerine yağar. Yalnız beni iyi dinle oğlum, bu taş senin yakınında olduğu sürece bu vasıflarından yararlanamazsın. Seni yeryüzünde ancak Kripton taşını elinde bulunduran insan mağlup edebilir’’ İşte ortalama süper insan fikrimiz Yeşilçam’dan neşet ettiği kadarıyla böyle bir şey galiba. Yani yerli öz’le-yabancı mitolojinin eşsiz karışımı.
Annesiz-babasız bir çocuk olarak hem yetimliğin hem de öksüzlüğün ne demek olduğunu çok iyi bilen, bu dünyada bir başına kalmışlığıyla vicdanlarımızda hatırı sayılır bir yer işgal eden ve daha yaşanabilir bir dünya için kötülerle durmadan savaşan Süpermen’in, o süper ahlakıyla mavi pelerinli bir havari edasında şehri korumaya devam etmesi kaçınılmaz bir mutlu son olacaktır. Kurtarıcılık payesi bazen de dine yakıştırılır.
Süpermen’i dinsel motiflerle okuma modasının zirvesi onu ‘büyük kurtarıcı Hz. İsa’yla özdeşleştirilmesine kadar giden bir algısal süreci kapsar. Tahrifata uğramış güncel Hıristiyan inancına göre; ‘babaları tarafından yeryüzüne gönderilme, iyilik yapma ve insanlığa yardım etme’ gibi ortak noktalar üzerinden bir takım benzetmeler yapılsa da, Süpermen’e çizim sürecinde böyle bir şey atfedilmiş olunmasını imkânsızlaştıran bir durum da mevcut. O da; Siegel&Schuster ikilisinin Yahudi kökenli olmalarıdır. (Süpermen fenomeni büyük bir endüstri oluşturarak filmler, diziler, müzikaller ve kitaplarla ona eli değen herkesi bol sıfırlı bir dünyada yaşatırken, süper kahramanlık ekolünü başlatan Siegel&Schuster ikilisi tüm haklarını sonsuza kadar 130 dolara sattıkları çizgi roman fenomenlerinin hayrını hiç göremediler. Açılan davalar ve sosyal kampanyalar sonucunda şirket ikiliye aylık 1500 dolar maaş bağlamayı kabul etse de, 90’lı yıllarda ikisi de peş parasız olarak hayatlarını kaybettiler.) Hikayeye göre Kripton gezegeninden dünyamıza gelen ve asıl adı Kal-el olan Süpermen’in isminin İbranicede ‘Tanrı’nın damarı’ anlamına geldiğini söylemekte fayda var. Yani eğer bir kodlama yapılmışsa bile ‘Hz. İsa’ yerine ‘Golem’ olarak kodlanmış olması daha akla yakın geliyor.
Süpermen, iyiliğe adanmış bir kurtarıcı olmasının dışında, Clark Kent kimliğiyle, insanlar içinde insan rolüyle saklanan beceriksiz bir muhabirdir de aynı zamanda. Gözlüklü, çekingen, içe dönük ve sakar.
Üstün ahlaklı uzaylı, ‘insan’ rolünde acayip sırıtmaktadır. Tarantino’nun Kill-Bill filminde Bill’in ağzından ‘süper kahramanlara ve tüm insanlığa’ yaptığı güzellemeler tam da noktaya işaret eder işte; “Clark Kent onun alt egosudur. Büyük kırmızı “S”li kıyafeti henüz bir bebekken Kent ailesi onu bulduğunda sarılı olduğu örtüdür. Giysisi odur. Kent’in taktığı gözlükler ve takım elbisesi ise Süpermen’in aramızda kaybolmak için giydiği kostümüdür. Clark Kent, Süpermen’in bizi nasıl gördüğüdür. Peki Clark Kent’in karakteri nasıl? Güçsüz, kendine güvensiz… Korkak. Clark Kent, Süpermen’in tüm insanlığa eleştirisidir’’
Clark Kent Süpermen’in bizi gördüğü hal’dir demenin hafif bir tarafı da var tabi. Burada yüceltilen kahramanlık kült’ü sonuç olarak Amerikan kültüründen neşet eden ve dolayısıyla kapsayıcılığı evrensel de olsa aslında yeterince lokal duran bir durumu resmeder. Meseleyi, Bill’in süper kahramanlar üze-rinden Gelin’e laf sokma çabaları olarak da görebiliriz, bir Tarantino senaryosunun arızalı mesajlar gelenekselliğine havale de edebiliriz, mühür sizin. Clark Kent temsili olarak Süpermen’den çok da uzak bir yere düşmüyor esasında. Tüm insanlardan üstün olan bir uzaylı-nın, kılığına girdiği ‘insan’ modeliyle büyük farklılıklar göstermesini ‘tüm insanlığa eleştirisidir’ şeklinde değerlendirmenin zorlama bir felsefi yorum olarak kayıtlara geçme ihtimali de mevcuttur.
İlk dönemlerinde gayet yerli bir bakış açısıyla Süpermen meselesi üzerinden ürettiği süper kahraman mizahıyla oldukça dikkat çeken Cem Yılmaz, ayakta gırgırlarının birinde şöyle bir şeyler söylemişti;
‘mavi tayt üzerine kırmızı don giyen süper kahraman olur mu, olsa bile biz onu niye ciddiye alalım ki?’ Aslına en çok kafa bulunan üniforma meselesinin yani kostümün ayırt ediciliği ve marifeti üzerine yapılan tüm yorumların, kabul etme ve farkında olmadan beğenme’ye kadar gitmesi algısal fetişizm paralelinde hiç de şaşırtıcı olmamalı. Süpermen’in Amerikan adaletine ve polis rozetine göz kırpan göğsündeki büyük S harfinin “gerçek, adalet yolu” anlamına gelmesi ve Amerikan bayrağının renklerine selam veren fetiş üniformasının psikolojik cazibesi, hepimizin 75 yıllık değişmeyen zihin yorgunluğudur aslında.
Süpermen Amerika’dır. Amerikan tarzı yaşam biçiminin simgesi, hayat üflenen güç tanrısı, yeterince kusurlu(!) bir erdemli, ucuz kahramanlık kült’ü, pop idol empozesi, imaj yanılgısı, demokrasi havarisi kendine süper bir kahraman… Süpermen Amerika’dır! Bu bir kuş mu? Bu bir uçak mı? Hayır hayır, bu Süpermen. Âlemin sadece kendine süper gücü Amerika’nın dünyalılara -sistemi ben korurum- mesajıdır Süpermen ve imajını yansıttığı ülkenin ruhu gibi ‘üstün ahlaklı’ bir insan hakları savunucusu olmasında hiçbir beis yoktur. Tüm sistemler ve ‘gece’ bekçileri üstün ahlaklıdır. Muhammed Ali’yi övmek için yapılan şarkının adının ona ithafen ‘Kara Süpermen’ olması ya da yıllık savaş harcaması -beş yüz milyar-olan bir ülkenin, liderlerinin memleketi olan Kenya’ya -yüz milyonu-çok görme şımarıklığı.
Dünyanın bir Süpermen’e ihtiyacı var mı dersiniz? Süpermen Afrika’ya da el uzatır mı acaba, sorularının bıyık altı gülüşlerinde saklanan cesetler hangi süper paradigma mezarlığındalar dersiniz? Leman dergisinin 11 Eylül hadi-sesini hicvettiği o ilginç kapağının mesajını hala çok önemserim ve -geçen onca yıla rağmen- hala dikkate değer bulurum. Kulelerin çöktüğü, ortalığın yangın yerine döndüğü ve tüm süper kahramanların kaçıştığı bir fotoğrafın resmedildiği bir kompozisyon düşünün. Bazen tuğla kalınlığında bir siyasi tarih kitabı bile mizah’ın sol kroşesi karşında önsöz gibi kalabiliyor işte.
Güven Adıgüzel / Yazar
Sayı 157 / Kış 2017