1744 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması altı yıl süren Osmanlı-Rus Harbini bitirmişti. Osmanlı Devleti bu savaş neticesinde ilk defa Türk-İslâm toprağı kaybetti, Kırım’ın bağımsız olmasına karar verildi. Kırım’ın Osmanlı Devleti’nden koparılması Rus Çarlığı’nın burayı işgali öncesinde attığı oldukça önemli bir adımdı. Ancak bundan daha önemli, Çariçe II. Katerina’nın “Rusya şimdiye kadar böyle bir antlaşma yapmamıştır” cümlesine de ilham veren bir başka husus daha vardı: Küçük Kaynarca Antlaşmasının 7. maddesi ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoksların ve kiliselerinin ebediyen Rus Çarlığı’nın güvencesi altında olduğu hükme bağlandı. Antlaşmanın imzalandığı yere dikilen kitabede şu ifadeler yer almaktadır:
Burada 10-21 Temmuz 1774 tarihinde Büyük Katerina’nın temsilcisi Kont Petro Rumyantsev ve Sultan I. Abdülhamid’in temsilcisi Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa tarafından Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 7. maddesine göre Rusya, Ortodoksları ve kiliselerini ebediyen koruması altına aldığını taahhüt eder.
Rusya’ya verilen bu tavize karşılık Rusya da Kırım Müslümanlarının dinî işlerde Osmanlı halifesine bağlı oldukları hükmünü kabul etti. Sultan Süleyman’dan sonra Osmanlı Sultanlarının resmi unvanlarından birisi olarak kullanılagelen halifeliğin Osmanlı döneminde siyasal bir bedene kavuşmasının başlangıcının Küçük Kaynarca Antlaşması olduğu söylenebilir. Bazı araştırmacılar bu antlaşma ile biçimlenmeye başlayan hilafet düşüncesinin İslâm düşüncesindeki hilafet düşüncesi ile uyuşmadığını zaman zaman dile getirmişlerdir ancak bu kategorik tartışma bu yazının amacını aşıyor. Neticede Osmanlı Devleti bu antlaşmadan sonra bir Müslüman-Türk toprağını bir Hıristiyan devlete terk etmek mecburiyetinde kalınca Küçük Kaynarca Antlaşmasındaki bu maddeyi antlaşmalara ekletmeyi sürdürmüş; böylece siyaseten yeni bir etki alanı ve yeni bir siyasal söylem inşa etmeye yönelmiştir.
İşin ilginç tarafı o zamana kadar Osmanlı Devleti’nin Sultanına bu gözle bakmayan çeşitli coğrafyalardaki Müslüman toplumlarda 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu hilafet anlayışına dönük bir ilgi ve kabullenme oluşmaya başlamasıdır. Tüm dünyadaki Müslüman toplumlarda bu yönde bir eğilimin belirmeye başlaması ile emperyalizmin bir siyaset ve sermaye birikim modeli olarak alan genişletmesi arasında belirgin bir paralellik olduğu ifade edilebilir. Hobsbawm 19. yüzyıl dünyasının 18. yüzyıl dünyasından çok daha Avrupalı olduğunu söylüyor. Bunu söylerken dayandığı siyasal ve tarihsel zemin dünyanın çok büyük bir bölümünü Batı Avrupa’nın idare ediyor olduğu gerçeğidir.
EMPERYALİZM ÇAĞI VE SONRASI
19. yüzyıla girilirken Batı Avrupa emperyalizminin kontrolüne girmemiş olan Müslüman devlet sayısının gittikçe azalması, var olanların da emperyalizmin en acımasız biçimleriyle karşı karşıya gelmeleri sadece İslâm’ın değil, kendisini bu dinin en büyük siyasal ve dinsel otoritesi olarak takdim eden Osmanlı halifesinin kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. Ancak tam burada ifade edilmesi gereken husus emperyalizmin sadece Batı Avrupa menşeli bir yayılım göstermediğidir. Rus Çarlığı da Asya steplerinde Müslüman-Türk hâkimiyetine karşı ciddi bir genişleme hamlesi içerisine girecektir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Büyük Oyun olarak anılan Merkezi Asya’da Britanya-Rus Çarlığı çekişmesi bir yönüyle Müslüman siyasallığı aleyhine gelişen bir olaylar dizisidir.
Rusya’nın, özellikle Kırım Savaşı’na kadar Balkanlar’da Müslümanlar aleyhine bir genişleme içerisinde olduğu görülmektedir. 18. yüzyılın ikinci yarısını içine alan ve Kırım Savaşı’na kadar devam eden bir süre içerisinde birçok kez Osmanlılar ile savaşan Rus Çarlığı, 19. yüzyılda özellikle Asya ve Balkanlarda yaşayan (Anadolu dahil) Müslüman toplumlarda da gelişmeye başlayacak olan milliyetçiliklerin prematüre biçimlerinde Rusluğun bir kurucu öteki olarak kodlanmasını kolaylaştıracaktır. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra düşünsel düzlemde belirmeye başlayan Osmanlıcılık akımının modern milliyetçiliklerin iptidai biçimlerinden birisi olduğu ve bunun da kurucu öğelerinin başında “Moskof” imgesi geldiği düşünüldüğünde anlatılmak istenen daha kolay anlaşılabilir. Öyle ki 1908 Devriminin hemen arifesinde İttihat-Terakki Cemiyeti mensupları Makedonya’daki yabancı temsilciliklerin tamamına bir bildiri gönderirken sadece Rus temsilciliğine bildiri gönderilmemişti.
1871’de Alman Milli Birliği’nin kurulması ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun “doğal nüfuz alanı” olarak değerlendirdiği Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu sınırlarının kuzeyini kapsayan ve Viyana Düzeni ile çok sayıda devletçiğin yönetimine bırakılan bölgede geniş bir Alman İmparatorluğu’nun ortaya çıkması Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da güneye yani Osmanlı Balkanlarına yöneltecek ve emperyalizmin Müslüman toplumlar aleyhine genişleme süreci hızlanacaktır. Burada altı çizilmesi gereken husus Rusların Kafkaslar’da, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun da Balkanlar’daki ilerleyişinin bir reconquista görünümünde olmasıdır. Bu bölgelerde, özellikle Avusturya-Macaristan’ın politikası girdiği yerlerden İslâmiyet’i kazıma pratiği üzerine inşa edilmiştir. Bu durum bu coğrafyalarda yaşayan Müslüman toplumların zihninde inandıkları dinin liderinin otoritesine sığınma tepkisi yaratmış gibi gözüküyor. Diğer bir deyişle, 1924 sonrası dönemde dahi Müslümanlığı hedef alan emperyalist saldırılarda (Bulgaristan, Bosna-Hersek, Çeçenistan, son ve yakın örnek Suriye) bu bölgelerde yaşayan insanların Anadolu’ya yönelmelerinin arkasındaki bilinçaltının bu tarihsel tecrübe olduğu söylenebilir.
OSMANLILAR VE EMPERYALİZM
Osmanlı Devleti özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emperyalizmin doğrudan nesnesi haline gelmeye başlayacaktır. Osmanlı Devleti’nin “güç dengesi” oyunlarına başvurarak Ayestefanos hezimetini tadil etmek umuduyla katıldığı Berlin Konferansı’nda Bismarck’ın Osmanlı heyetine yaptığı şu izahat oldukça açıklayıcıdır:
“Bugünkü durumu sizden saklamak istemem, Kongrenin Osmanlı Devleti için toplandığı zannına kapılarak kendinizi aldatmayın. Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında imzalanan Ayestafanos Antlaşması Avrupa devletlerinin menfaatlerine dokunur bazı hükümler ihtiva etmeseydi olduğu gibi bırakılırdı. Kongre bu menfaatlerin uzlaştırılması için toplanmıştır”
Bu durum hem Osmanlı sınırları içerisinde hem de Osmanlı sınırları dışındaki Müslüman dünyada düşünsel yönelimlerin tepkisel vasfını daha da ön plana çıkarmaya başlayacaktır. Bunun en belirgin örneklerinden birisi Müslüman dünyada sonraki dönemde İslâmiyet ve milliyetçilik arasındaki ilişkinin bulanıklığı ve iç içe geçmişliğidir.
Emperyalizm bu coğrafyalarda İslâmiyet ve İslâmiyet’le harç edilmiş bir milliyetçilik anlayışının habitus olarak belirmesini beraberinde getirecektir. Bu noktada tarihsel olarak Osmanlı’nın temsil ettiği siyasal yoruma alternatif olduğu iddiasını taşıyan İran hanedanlıklarının özellikle Asya’daki seküler Rus ilerleyişi karşısında hareketsiz kalmaları ilginçtir. Oliver Roy bu hareketsizliği İran’daki hanedanlıkların Rusya’dan çekinmesine bağlamaktadır. Bu korkuyla karışık dikkat karşılığında İran’daki şah rejimi 1909 ve 1912’de Rus müdahalesiyle kurtarılmıştır. İran’ın Rus Çarlığıyla iş tutması, Rusya Müslümanlarının 1878-1924 arası dönemde Rus emperyalizmine karşı direnişin dayanağı olarak Osmanlı Devleti’ni görmeleri sonucunu beraberinde getirecektir. Roy’a göre Osmanlı’nın sünni bir devlet olması kafalardaki imgeyi daha güçlü hale getirecektir.
Balkanlar’da da aynı yaklaşımın belirgin olduğu söylenebilir. Arnavutlar, Osmanlılardan bağımsızlıklarını kazanmaya geldikleri kertede dahi kendilerini Osmanlı hanedanı, daha doğrusu Hilafetin bir parçası olarak değerlendirme eğilimindeydi. Kasım 1912’de eski mebuslardan Basri Bey, İstanbul’da Avusturya-Macaristan temsilcisi Pallavicini ile yaptığı görüşmede Arnavutların ülkelerinin bağımsızlığını sonuna kadar savunmaya kararlı olduklarını, bağımsız bir prenslik kurarak Şehzade Abdülmecid Efendi’yi Prensleri olarak tanımak düşüncesinde olduklarını söylemişti. Basri Bey böylelikle Arnavutluk ile Osmanlılar arasındaki bağın bir dereceye kadar korunabileceğini düşünüyordu. Pallavicini merkeze yaptığı bildirimde bu durumun Avusturya-Macaristan açısından olumlu olabileceğini; Yunanistan, Sırbistan, Karadağ gibi ülkelerin yanında Arnavutluk’un Müslüman kimliğini bir süre daha devam ettirmesinin uygun olacağını düşündüğünü belirtecekti.
İÇ İÇE GEÇİŞLER VE KATMANLI KİMLİKLER
Hilafeti merkeze alan ve tanıyan bir Panislamizm düşüncesi Rusya Müslümanlarında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren var olmuş gözükmektedir. Böyle bir eğilimin ortaya çıkmasındaki başlıca amilin emperyalizme karşı Panislamizm’in bir dayanak olarak görülmesi olduğu yukarıda ifade edilmişti. Aynı zamanda Rus Çarlığı (ve Stalin’den Ghorbachev’e kadar bir imparatorluk görünümünde olan Sovyetler Birliği) da Panislamizm’i kendi bekası için daima bir tehdit olarak değerlendirecek ve Müslümanlara dönük politikalarını bu endişeyi merkeze alan bir yaklaşımla belirleyecektir. Dolayısıyla Bolşevik Devrimi yaklaştığı evrede siyasal elitlerin öncelikli gündemleri İslâm (ve İslam’ın siyasal bir anlayış biçimi olması dolayısıyla hilafet) olmayı sürdürecektir. İlk büyük Müslüman devrimcilerin komünizmle İslâmiyet arasında bir müşterek aramaya çalışmaları bu durumu oldukça ilginç bir şekilde betimlemektedir.
İlk büyük Müslüman devrimcilerden birisi olan ve Üçüncü Dünya mevhumunu vaktinden çok önce icat eden Sultan Galiyev’in düşüncelerinde bu hilafetle merkezileşmiş İslâm yorumunun izlerini görmek olasıdır. İslâm ve komünizmi harmanlamaya dair ortaya koyduğu ilgi çekici tezlerinde Galiyev esas olarak emperyalizmin küresel sömürüsünün sınıf çelişkilerini geri plana ittiğini ve ortaya mazlum halklar sorununu çıkardığını ileri sürmüştür. Bu çerçevede bütün Müslüman toplumları ezilen ve dolayısıyla proleter ilân eden Galiyev, Panislamizm’i de bir tür anti-emperyalist enternasyonalizm olarak kodlayarak daha seküler bir ümmet ve hilafet anlayışı biçimlendirmiş oluyordu. Galiyev’in bu yaklaşımı Rusya Müslümanlarında İslamiyet’in bir habitus, hilafetin ise ideolojik kurucu öğe olarak genel bir kabule sahip olmasından kaynaklanıyordu.
1924 yılına kadar Rusya Müslümanları için Pantürkizm’in Panislamizm’in bir kolu olarak görüldüğü, kesin bir ayrışmanın söz konusu olmadığı söylenebilir. 1924 tarihi Roy tarafından (hilafetin kaldırılması dolayısıyla) bir kırılma olarak tespit edilmiştir. 1924 sonrası dönemde Orta Asya Panislamizmleri hilafeti diriltme amacına yönelecektir. Diğer taraftan hilafetin kaldırılması Asya’daki Türk kökenli toplumlarda Pantürkizm İslami bir formda savunulmaya devam edilirken Türkiye’de etnik bir vurguyla savunulmasını beraberinde getirecektir. Roy’a göre bu parçalanma 1991’de Sovyetler dağıldığında Pantürkizm’in neden ortadan kalkmış gözüktüğünü de açıklamaktadır. Bu noktada Roy’a göre rastlanabilecek yegane evrenselciler Türkiye’deki İslâmcılar kalmıştır.
Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında biçimlenen hilafet düşüncesi eksi ve fazlasıyla, doğru ve yanlışlarıyla, modern ulus-devletlerin yükselmeye başladığı bir çağda sınıraşan bir liderlik doktrini ortaya çıkardı. Bu doktrin emperyalizmin doğrudan etkilediği Müslüman toplumlarda beliren habitusun siyasal uzantısı olarak hem toplumsal hem siyasal yapılarda oldukça belirleyici bir görünüm kazandı. Yukarıda bazı örneklerle üzerinde durulan, siyasal ve toplumsal meselelerde merkezi role sahip olan bu kurumsallığın yok olmasının oluşturduğu boşluk, bugün İslâm dünyasındaki siyasal boşluğun ve İslâmcılıktaki doktrinel birtakım eksiklerin etki alanının anlaşılmasını kolaylaştırabilir.
Kaynaklar
Bennigsen & L.C. Quelquejay, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası-Sultan Galiyev, çev. Erden Akbulut-T. Ahmet Şensılay, Sosyalist Yayınları, İstanbul, 1995.
A.Bennigsen & C. Quelquejay, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, çev. Nezih Uzel, Hür Yayınları, İstanbul, 1981.
A.Bennigsen & L.C. Quelquejay, Stepte Ezan Sesleri, çev. Nezih Uzel, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1997.
Banu Sönmez İşlet, II. Meşrutiyette Arnavut Muhalefeti, YKY, İstanbul, 2007.
Brenda Shaffer, Sınırlar ve Kardeşler İran ve Azerbaycanlı Kimliği, çev. Ali Gara & Vüsal Kerimov, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi, c. III, Atatürk Dil, Tarih, Kültür Yüksek Kurumu Yayınları, XIII. Dizi, Yer yok, Tarih yok.
Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi, c. IV, Atatürk Dil, Tarih, Kültür Yüksek Kurumu Yayınları, XIII. Dizi, Yer yok, Tarih yok.
Oliver Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, çev. Mehmet Moralı, İstanbul, 2000
Öner Buçukcu / Sinemacı, Yazar
Sayı 157 / Kış 2017