Kabaca bir yaklaşımla anti-semitizm kavramı Yahudi düşmanlığı olarak kullanılır. Fakat işin ilginç yanı hiç kimse bu Yahudi düşmanlığının nereden kaynaklandığını açıkça söylemez. Bir Müslüman veyahut herhangi bir birey; haklı gerekçelerle İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamları ve yahut Arz-ı mev’ud (Tanrı Yehova tarafından vaad edilmiş topraklar) görüşünden kaynaklanan yayılmacı, emperyal düşüncelerini eleştirdiğinde yahut bir kitap yayınlamaya kalktığında anti-semitik olarak damgalanır ve medyanın müthiş bir sansürü yahut görülmemiş bir linç kampanyası ile karşılaşır. Hatta Roger Garaudy örneğinde olduğu gibi fikir özgürlüğünün vatanı sayılan! Fransa’da bile kitabınızı bastıramazsınız. Halbuki İslam tarihinde ve Müslümanların egemenlik kurduğu hiçbir coğrafyada anti-semitizm Yahudi düşmanlığı olmamıştır. Niçin? Çünkü İslam Yahudileri ehlikitap kategorisinde değerlendirmiştir. Bundan dolayı onlara dinlerini özgürce yaşama hakkı verdiği gibi, mallarını, canlarını, namuslarını, ticaret ve seyahat özgürlüklerini de garanti altına almıştır. Bu hakikat nedeni iledir ki, Hıristiyanların daha doğrusu kurumsal anlamda Kilise’nin, faşist ve komünist diktatörlerin katliamlarından kaçan Yahudiler Müslüman hükümdarlara sığınmışlardır. Ve yine bundan dolayıdır ki, Yahudiler Bağdat, Şam, Delhi, İstanbul, İsfahan, Endülüs İspanya’sının ve Osmanlı’nın tüm şehirlerinde güvenlik içinde yaşamışlardır ve son olarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kimliğiyle en güvenli ve rahat dönemlerini geçirmeye devam etmektedirler. Hatta devletin en üst bürokratik kurumlarına kadar tırmanmalarında hiçbir sakınca görülmemiştir. Bu söylediklerimize bir de Müslüman ismi kullanan ancak gerçekte Müslüman olmayan ve çoğu kez düşmanca davranan Yahudi kökenli Sabatayistleri (yani dönmeleri) katarsak ne kadar rahat oldukları gözler önüne serilmiş olur. Neden? Çünkü bizim medeniyetimizin temelinde ırkçılık yoktur. İslam’ın damgasını vurduğu medeniyetimizin temelinde tüm renkleri, dilleri, ırkları, kültürleri Allah’ın ayetlerinin bir görüngüsü olarak gören bir paradigma vardır. Bundan dolayı, Batı medeniyetinin düşünsel ve inanç temelini oluşturan Greko-Romen, Judeo-Christian gelenek gibi çoğulculuğa kapalı değildir. Bazı Yahudi yazarlar efendimiz döneminde Medine’de bulunan Beni Kaynuka ve Beni Kurayza gibi kabileleri, Yahudi katliamına örnek olarak verseler bile bu gerçekte bir saptırmadır. Zira Beni Kaynuka ve Kurayza Yahudileri efendimizle yaptıkları anlaşmayı bozarak Müşriklerle birlikte Müslümanları arkadan vurdukları için, bu kabilelere yine anlaşmanın bir gereği olarak Tevrat’ın hükümleri uygulanmıştır yani ortada bir hukuksuzluk yoktur; yapılan ihanetin Kur’an’a göre değil, kendi kitapları Tora’ya (Tevrat) göre cezası vardır o kadar. Öyleyse bu anti-semitizm nereden kaynaklanıyor?
Batılı toplumlarda; M.Ö 721’de Asurluların II. Saragon önderliğinde İsrail Krallığını, Babillilerin Nabukadnezar liderliğinde M.Ö 586’da Yuda Krallığını yıkıp kutsal Süleyman mabedini yıkmalarını, Yahudileri kılıçtan geçirip tutsak etmelerini bir tarafa bırakırsak Yahudi düşmanlığının kökenini ta Makedonyalı Büyük İskender’in Mısır’ı-Kudüs’ü ve akabinde Sıleykalılar’ın(Selevkoslar) Judea-Filistin bölgesini işgal etmesiyle başlatabiliriz Yahudiler o dönemde tevhid inancını temsil ettiklerinden dolayı kendilerini daima paganlar(müşrikler)den ayrı tutarak onların egemenliklerini tanımamışlardır. Bilahere M.Ö 169’da Yudas Makkabi önderliğinde ayaklanan Yahudiler bağımsızlığını kısa bir süre için kazansalar bile sonradan kılıçtan geçirilmişlerdir. Daha sonra Judea-Filistin bölgesinin hakimiyeti Romalıların eline geçer M.Ö 63. Romalı komutan Pompeus burada zalimane icraatlar yapar. Romalıların zulmüne dayanamayan Yahudiler yine ayaklanır. Nihayet sonradan İmparator olan Titus Kudüs’e girer Süleyman Mabedini tahrip ederek Masada’da büyük katliam yapar Mabetten sadece bugünkü Ağlama-Batı duvarı kalır. Yahudiler Kudüs’ten çıkarılarak koloniler halinde Roma İmparatorluğunun çeşitli yerlerine köle olarak gönderilir. Mesihliğini ilan eden Bar Kochba yeniden ayaklanır MS 132-135 bu ayaklanma da Romalılar tarafından kanlı bir şekilde bastırılır ve tüm Roma imparatorluğunda Yahudi takibatı başlar, bu Avrupa’da anti-semitizmin kök saldığı ilk dönemdir denilebilir, Yahudiler Filistin bölgesinde MS.636’da Hz. Ömer’in Filistin ve Kudüs’ü fethetmesine kadar bir daha özgür ve rahat olamazlar.
M.S ilk yüzyıl Avrupa’da anti-semitizmin kök salmasının en büyük nedenlerinden birisi de şüphesiz kendisi de Tarsuslu bir Yahudi olan büyük Yahudi alimi Stefan Gamaliel’in talebesi Saul’dür. Hıristiyanlarca bilinen ismiyle Paulus’tur. Zira bugünkü kilise Paulus’un görüş ve yorumları ile şekillendiğinden dolayı Yahudi düşmanlığı ön plana çıkmıştır. Zira Roma paganizmiyle İsa’nın dinini uzlaştırmaya çalışan Paulus kendilerine göre (zira Kuran’a göre İsa Tanrı olmadığı gibi çarmıha da gerilmemiştir) İsa’nın Yani Tanrı’nın çarmıha gerilme işinde Romalılardan çok dönemin Yahudilerini sorumlu tutmuştur. Bu anlayış dolayısıyla ve Pauluscu Kilisenin de kışkırtmasıyla Avrupa Hıristiyanları içerisinde Yahudilerin Teocid (Tanrı Katili) olarak görülmelerine neden olmuştur. Bu sakat teolojik alt yapıdan sonra Avrupa’da artık her kötülükten, felaketten, depremden, katliamdan, hastalıklardan, ekonomik, siyasal ve sosyal çöküntülerden Yahudiler sorumlu tutulmaya başlanmıştır. Büyük Kostantin’in girişimi ile Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olunca Yahudi takibatı resmiyet kazandı. Öyleye Tanrı’yı çarmıha geren bir halk her türlü kötülüğü yapabilirdi. Zira kilise babası ve Teologu Agustin’e göre “gerçek Yahudi Tanrı İsa’yı gümüş karşılığı ele veren Yahuda İşkaryot’un ta kendisidir” Aziz John Chrysostom ise bu konuda şöyle der: “Yahudiler Mesih’in nefret uyandırıcı suikastçileridir. Tanrı’yı öldürmenin hiçbir mümkün kefareti, hoşgörüsü yada mazereti yoktur…” Bizans İmparatoru III.Leo Yahudiliği yasa dışı ilan ederek sinagoglarda katliam yaptı. Kral Edward 1290 yılında Yahudileri İngiltere’den sürgüne gönderdi, Fransa’da 1306 yılında Kral Filip aynı şeyi yaptı. Yine 1360 yılında Macaristan’dan 1380 ve 1744’te Çekoslavakya’dan, 1444 Hollanda Otriyt’den trajik bir şekilde kovulmuşlardır. Rönesans ve Reformasyon döneminde Kilise’nin etkisinin azalmasıyla biraz rahat ettiyseler de bu uzun sürmedi. Bu sefer 1540’da İtalya’nın Napoli, 1551’de Almanya’nın Bavyera eyaletinden işkencelere maruz kalarak kovulmuşlardır. Nihayet 1919 Rusya ve Ukrayna’da ve 1933’ten itibaren rakamlar abartılı bile olsa Hitler Almanya’sında insanlık tarihinin en acımasız katliamlarına maruz kaldılar. Kimler tarafından? Elbette Hıristiyanlar tarafından. Ancak hemen belirtelim ki, müesses Hıristiyanlığın Yahudilere bakışı ne kadar insanlık dışı ve sakatsa maalesef muharref, rabbinik-ortodoks Yahudiliğin Yahudi olmayanlara (gentile) bakışı da o derece sakat teolojik bir zemine oturmaktadır. Zira Tora(Tevrat) ve sözlü gelenek olan Talmud’a göre “Yahudiler seçkin ırktır ve milletler arasında sayılmayacaktır. Dünya insanları ancak Yahudi ve Yahudi olmayanlar diye ikiye ayrılabilir. Yahudiler Tanrı tarafından yaratılmış efendiler diğer milletler ise köle statüsündedirler, Dini durumları Nuh’un yasalarına bağlı olmak kaydıyla az da olsa meşruiyet kazanabilir. Böyle bir anlayışın ırkçılığa, siyonizme ve aynı zamanda anti-semitizme zemin hazırladığı da gözden kaçırılmamalıdır.
Dikkat edilirse yukarıda çizdiğimiz tarihsel panoramada hiçbir İslam ülkesinin ve Müslüman’ın dahli yoktur. Öyleyse aklı selim sahibi tüm Yahudilere ve özellikle İsrail devlet aygıtını yöneten bireylere sormak gerekir. Size tarihte Avrupalılar gibi katliamı ve köleliği değil insanca yaşamayı layık gören Müslümanlara evangelistlerle işbirliği yaparak düşmanlık yapmanızın, Filistin halkını çoluk çocuk demeden katletmenizin gerekçesi nedir? Batılı Hıristiyanların sizlere yaptığı zulmün, katliamın, sürgünün intikamını yine onlarla ittifak halinde niçin Müslümanlardan alıyorsunuz? Size her şeyi ile kucak açan Türkiye’nin Van havzasından itibaren başlayan topraklarını niçin “vaad edilmiş topraklar” efsanesi içerisinde gösteriyorsunuz? (Bilindiği gibi İsrail’de basılan bir çok kitap ve atlasta Van Gölü’nden başlayarak tüm GAP bölgesi Arzı Mev’ud sınırları içerisinde gösterilir. Zaten Şaron Knesette-İsrail Parlementosunda yaptığı konuşmada Arzı Mevud’un İsrail’in resmi politikası olması gerektiğini deklare etmiştir. Ve bu konuşmaya sosyalistler dahil hiçbir üye temelde karşı çıkmamıştır.) Niçin PKK ve Peşmergelere lojistik destek veriyorsunuz? Niçin ABD’li evangelistlerle Türkiye dahil İran, Suriye, Sudan’dan Endonezya’ya kadar olan İslam ülkelerini şer cephesi olarak gösterip işgal etmenin, nükleer füzelerle vurmanın yahut darbe yapmanın planlarını yapıyorsunuz? Niçin yüce Kur’an’ın da sık sık vurguladığı gibi ahitlerinizde durmuyor ve sürekli fesat çıkararak tüm insanlığı kaosa sürüklüyorsunuz? Artık tüm bu yaşananlardan ibret almanın zamanı gelmedi mi? Özet olarak kelimenin kendisinden de anlaşılacağı üzere İslam ülkelerinde ve Müslümanlarda anti-semitizmin(Yahudi Düşmanlığının) tarihsel ve inançsal temeli yoktur. Bu tamamen Batı kaynaklı bir hastalıktır.
Dr.Lütfü Özşahin / Tarih ve Siyaset Felsefesi Uzmanı
Sayı 158 / Bahar 2017