Batılıların emperyalist emeller uğruna Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da, Amerika’da hatta birbirleri arasında nasıl bir tarihe sahip olduklarını paylaşmak istiyorum.
AFRİKA
Avrupalıların Afrika’yı topyekûn köleleştirmesi, Kolomb’un Amerika’yı keşfinden 50 yıl önce başlamıştır. Bu işi ilk başlatan da altın bulma ümidiyle batı Afrika’ya giden Portekiz prensi gemici Henry’dir. 1441 yılında ilk defa Afrika’ya ayak basan Portekizliler, Afrika’dan dönerken yanlarına 10 Afrikalı köleleri alarak Avrupa’ya götürerek bedava iş gücünü de keşfetmişlerdir. Daha sonra Gine kıyılarında ‘Elmina’ adını verdikleri altın madeni, kısa zamanda Afrikalıların alınıp satıldığı köle pazarına dönüşmüştür. XVI. yüzyıla gelindiğinde 200.000 Afrikalı, Avrupa ve Atlantik’e köle olarak taşınmıştır. Dünden bugüne devam eden, emperyalist sömürgeciliğin en acımasız işgal sahası şüphesiz Afrika kıtası olmuştur.
ANGOLA, uyanışın ilk ve en tutarlı sembollerinden biriydi. Portekiz sömürgecilerine karşı mücadeleyi başlatan MPLA’nın haraketi ‘Salazar’ diktasının en acımasız işkence ve saldırılarıyla karşılaştı. Buna rağmen iktidarı alarak işgalcileri kovan Angola halkı, bu kez de ABD komplolarından kurtulamadı. 1976’daki zaferden sonra CIA güdümlü kontra örgütlerinin saldırıları 300 bin Angolalının ölümüne neden oldu, 80 bini ise sakat kaldı.
CEZAYİR, 1830’da Fransa işgaliyle başlayan acılar halkın yakasını hiç bırakmadı. Petrol ve maden yataklarıyla bütün emperyalistlerin iştahını kabartan Cezayir, 1832-39 arasında Abdülkadir Cezayiri önderliğinde ilk direnişine başladı. Yedi yıl içerisinde binlerce ölü, sömürgeciliğin Cezayir’e armağanıydı. Daha sonra, sadece 1945’teki ‘Sedif’ ayaklanmasında 45 bin ölü sayılabildi. 1954-1962 arasındaki tablo korkunçtu: 1,5 milyon ölü, 2 milyon 800 bin tutsak… Bağımsızlıktan sonra ise bu kez hükümetin organize ettiği kontra örgütler arasındaki iç savaş 100 bin Cezayirlinin canına mal oldu.
ÇAD, 1891’den sonra Fransız sömürgesi olan bu devlette aynı kaderi paylaştı. 1961’den sonra başlayan bağımsızlık savaşına karşı gerçekleştirilen ABD-Fransız işbirliği binlerce ölüye mal oldu.
ETİYOPYA, ise aşağı yukarı ne kadar sömürgeci güç varsa, ülkesinde gördü ve hepsi tarafından da ayrı ayrı sömürüldü. 1930’da kukla ‘Kral Selasiye’ iktidar olduğunda da bir şey değişmedi. En önemlisi de açlık hiç azalmadı; emperyalistlerin yoksulluğa mahkûm ettiği Etiyopya halkı sadece 1973’teki kıtlıkta 100 binden fazla insanını kaybetti.
GİNE, başka bir Portekiz sömürgesi olan büyük devrimci Amilcar Cabral önderliğindeki devrimci hareket, onun öldürülmesine karşın başarıya ulaştı ve demokratik bir halk cumhuriyeti kuruldu. ABD ve NATO’dan aldığı yoğun askeri desteğe rağmen Portekiz, devrimci güçlerin karşısında düzenlediği katliamlarla bile tutunamadı.
GÜNEY AFRİKA, kukla yönetimi emperyalizmin bölgedeki en kanlı diktatörlüğüydü. Emperyalizmin bu ülkede işlediği suçların hesabı bile tutulamaz. Nüfusun %90’ı Afrikalı-Siyah olduğu halde beyazların vahşi diktası altında bu ülkede kurulan sömürü ağı emperyalistler için öylesine önemlidir ki, yıllar boyunca bu dünyanın en gerici rejimine bütün dünya kapitalizmi destek vermiştir. Neredeyse kölelik koşullarında elmas madenlerinde çalıştırılan siyahlar ise her ayaklanma girişimlerinde vahşi katliamlarla karşılaşmışlardır.
KENYA, eski bir İngiliz sömürgesi olan da yeni-sömürgeciliğin çürütücü etkisinden nasibini aldı. 1950’lerde Jomo Kenyatta’nın önderliğinde kazanılan “bağımsızlık” bu bakımdan bir anlam ifade etmedi. Onca mücadele ve katliamlardan sonra gelen istikrarsız hükümetler kaosunda Kenya, IMF reçetelerini uygulayan yoksulluk içindeki bir ülke olarak kaldı.
KONGO, önce parça parça edilerek sömürgecilerle pay edildi. En büyük parçayı elinde tutan Belçikalılar 1960’ta sağlanan bağımsızlıktan sonra vahşi Belçikalıların yerini ABD’li danışmanlar aldı. Bizzat ABD elçisinin de katıldığı bir komployla devrimci güçlerin efsanevi lideri Patrice Lumumba, önce işkencelerden geçirildi, sonra kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü ve asit kazanında eritilerek cesedi yok edildi. Zengin maden yataklarının sahibi Kongo, daha sonra ABD işbirlikçisi Çombe ve daha sonra Mobutu ülkeyi IMF’nin kölesi yapmakta büyük başarı gösterdiler.
MOZAMBİK, daha 1920’lerden itibaren bağımsızlık mücadelesine başlayan ve 60’larda Mondlane ve Samora Machel’in önderliğinde FRELİMO cephesini kurarak gerilla mücadelesine başlayan MOZAMBİK halkı, sömürgecilerden kolay kolay kurtulamadı. Onbinlerce insan bu savaşta öldü.
ZİMBABWE, aynı şekilde bağımsızlık yolunda ilerleyen bir dizi katliam ve cinayetle durdurulmak istendi. Gerillalar bağımsızlığı sağladıklarında ilk yaptıkları iş ülkeyi ilk sömürgeleştiren Cecil Rhodes’in adından gelen Rodezya ismini Zimbabwe olarak değiştirmek oldu.
LİBYA, ise bilindiği gibi İtalyan sömürgecilerinin elinden yıllar boyunca zulüm çektikten sonra bağımsızlığa kavuştuğunda, bu kez de dünyanın jandarması ABD’nin elinden kurtulamadı. Her fırsatta bir bahane bularak Libya topraklarını bombalayan ABD jetleri binlerce masumun ölmesine sebep oldu.
SOMALİ, stratejik konumu nedeniyle sömürgecilerin aralarında paylaşamadıkları bir coğrafya olan, 80’li yıllarda Sovyet etkisi altında kalmasının bedelini 90’lı yıllarda ödedi. 1992-1994 arasında bölgedeki istikrarsızlığı bahane eden ABD, 28 bini kendi ordusundan olmak üzere 50 bine yakın bir güçle Somali’yi işgal etti.
KUZEY AMERİKA
Kızılderili katliamı, ABD’nin kuruluşundan çok önce başlayan insanlık tarihinin en ağır suçlarından biridir. Ta Kolomb’un kıtaya ayak bastığı günden beri başlayan katliamlar zincirinin Kuzey’deki ayağı da Güney’den hiç aşağı kalmaz. Bir zamanlar nüfusu 30-40 milyonu bulan Kızılderililerin sayısının bugün 2-3 milyona düşmesi bunun en açık kanıtıdır. Sömürgeci beyazlar tarafından mahvedilen doğa dengesi yüzünden hastalıklardan, açlıktan ölen milyonlarca Kızılderili’nin yanında beyazların ayak bastıkları her toprak parçasından sürülen bu insanlar yüz yıl boyuncu sistematik katliamlara uğradılar. Amerikan demokrasisi denilen şey, böylece yaklaşık 30 milyon yerlinin katledilmesi üzerine kuruldu.
SİYAHLARA KARŞI UYGULANAN KÖLECİLİK
1970’lere kadar siyah kadınların %24’ü, PortoRiko’luların %35’i kısırlaştırılmıştır. Aynı süreçte suikastle öldürülen Malcom X, Martin Luther King gibi siyah önderler ve Kara Panterler’in katledilen militanları da bu arada anılmalıdır. 2 Şubat 1848’de Meksika’ya ait Teksas, Arizona, California gibi sekiz kentin işgal edilerek ABD toprakları haline getirilmesi de ABD tarihinin utanç sayfalarından biridir. Giderek bu topraklar üzerinden eski sahiplerini kovan Amerikalılar, zaman zaman çıkan ayaklanmaları da 1957’de olduğu gibi kanla ve tutuklamalarla bastırmışlardır. Bu arada Meksika’nın büyük Kızılderili uygarlığı talan edilmiş ve bu kültür neredeyse tamamen yok edilmiştir.
GÜNEY AMERİKA
Kolomb’un karaya ayak bastığı günden beri devam eden Açgözlü İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğinin Güney Amerika’daki katliamlarının kesin rakamlarını tahmin edebilmek bile mümkün değildir. Sayıları milyonlarla ifade edilen Aztek ve İnka halklarının korkunç katliamlarla yok edilmesinin ötesinde sömürgecilerin yerlilerden gasp ettiği maden ve altın stoklarının da miktarı tam olarak bilinmemektedir.
ARJANTİN, 1831’den beri ABD’nin gizli işgalini yaşayan 1976 faşist cuntası, Latin Amerika tarihinin en kanlı cuntalarındandır. İlk günden beri ABD tarafından tanınan ve desteklenen General Videla cuntası, ilk anda 1300 kişiyi katlederken, daha sonraki yıllarda 30 binin üzerinde kişiyi katletmiştir.
BOLİVYA, ise sadece 1947-1952 arasında çoğu madenci ve tarım işçisi 30 bin kişi ABD destekli cuntalar tarafından katledildi. Bundan öncesinde kışkırtılan bölgesel savaşlarda ölen Bolivyalıların sayısı ise on binlerle ifade edilmektedir. 1980 yılına gelinceye kadarki tarihinde tam 189 hükümet darbesine tanık olan Bolivya’da katledilen insanların sayısını tutmak neredeyse imkânsızdır.
BREZİLYA, CIA destekli 1964 darbesi en kanlı olaylardandır. Üç-dört yıl içersinde cuntanın ABD ile işbirliği yaparak kurduğu “Ölüm Filoları” iki binden fazla kişiyi katletmiştir. 1968’de gerilla önderi Carlos Marighella öldürüldü.
EL SALVADOR, Latin Amerika’nın cinayetler ülkesi olarak ün yapmıştır. Daha 1931-1944 arasındaki yerli ayaklanmaları sırasında 15 binden fazla insanı katletmekle işe başlayan El Salvador kasapları, 70’li yıllara gelindiğinde tam bir kıyım makinesi olarak iş görmüşlerdir. Özellikle 1979 yılından sonra CIA tarafından faşist ARENA partisiyle birlikte oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70 bin devrimci vatandaşını katletmiştir. Öyle ki, sadece 1981’de ölüm mangaları içlerinde rahiplerin de bulunduğu 12 bin kişiyi öldürdüler.
GUATEMALA, bütün tarihi cuntalar ve 1931’de olduğu gibi köylü katliamlarıyla (30 bin ölü) geçen yaşadığı en korkunç dönem 1954’teki ABD işgali ve cuntası dönemidir. United Fruit Company adlı ABD tekelinin desteğiyle toparlanan paralı askerler ve ABD yeşil berelilerinin yaptığı müdahaleden bu yana devam eden faşist cuntalar sırasında toplam 200 binden fazla insan katledildi. Sadece 1986 yılı içerisinde öldürülen işçi, köylü sayısı 18 bindir.
KOLOMBİYA da ise manzara tam bir faciadır. 1948’de Uni-ted Fruit Company ve Standart Oil’in siparişiyle CIA’nın Kolombiya devlet başkanı Gaitan’ı öldürmesiyle başlayan cuntalar dönemi aynı zamanda cinayetler dönemidir. 1948 ile 1957 arasındaki cuntalar sırasında 300 bin kişi, 1957 ile1963 arasında ise 20 binden fazla insan öldürüldü.
KÜBA, 1898’deki ABD işgalinden 1959’a dek kukla hükümetler tarafından yönetilen 1959’da Fidel ve Che önderliğindeki gerilla güçlerinin iktidarı ele geçirmesiyle emperyalist boyunduruktan kurtuldu. Bu süre içinde sadece Batista cuntası 60 bin Kübalının hayatına mal oldu.
MEKSİKA, tarihi ABD’nin saldırganlığının tarihidir aynı zamanda. Daha 1848’de topraklarının büyük bölümünü ABD’ye kaptıran Meksika, yerli kültürünün ve bütün maddi zenginliklerinin yağmalandığı yüzyıl boyunca ayaklanmalarla sarsıldı ve 100 binden fazla insan öldü.
PERU, 1780’de Kızılderili önderi Tupac Amuru’nun katlinden Beri’da da cinayet makineleri hiç boş durmadı. 1968’den en son diktatör olan Fujimori’ye dek her zaman baskı ve zulümle yönetilen Peru’da sadece 1980’den bu yana 30 bin kişi işkenceler ve kurşuna dizmeler yoluyla öldürülmüştür.
ŞİLİ, ise artık dünyadaki birçok insan tarafından faşist Pinochet cuntasının marifetleriyle tanınmaktadır. ABD kökenli çokuluslu şirketlerin (özellikle ITT) siparişi üzerine CIA tarafından tasarlanan darbe 1973’te General Pinochet tarafından gerçekleştirildi ve darbenin ilk gününde başta solcu başkan Allende dâhil olmak üzere toplam 35 binin üstünde insan işkencelerle, kurşuna dizmelerle katledildi, binlerce insan sakat bırakıldı, binlercesi “kayıp” edildi.
HAİTİ, ABD’nin arka bahçesindeki bu ülke de en kanlı kıyımlardan nasibini aldı. Yalnızca 1915’teki ABD işgali sırasında birkaç günde 3 bin 500 kişi öldürüldü. Daha sonra ABD işgali resmen bittiğinde de kıyımlar bitmedi. ABD destekli cuntalar boyunca 1957’den 1971’e kadar Haiti’de 26 bin kişi öldürüldü.
PANAMA, Kanalı ise daha kazılırken 28 bin can almıştı. Her zaman kukla hükümetler tarafından yönetilen Panama’da basit öğrenci gösterileri bile her zaman en vahşi kurşuna dizmelerle cezalandırıldı; çünkü ABD için kanal stratejik bir anlam ifade ediyordu.
DOĞU ve GÜNEY ASYA
ÇİN tarihini emperyalizmin suçları bakımından özetleyebilmek ve emperyalizmin ülkeye verdiği zararları sayılarla ifade edebilmek mümkün değildir. Sadece afyon savaşları boyunca 1840’larda yapılan katliamlar ve Çin’in bir afyonkeşler ülkesi haline getirilmesi bile tarihin en ağır suçlarındadır. 1900’deki Boxer Ayaklanması sırasında da yedi emperyalist ülkeyle birlikte Çin’i işgal eden ve şehirleri topçu ateşiyle mahvettiler. Katledilen Çinlilerin sayısı ancak milyonlarla ifade edilebilmektedir.
ENDONEZYA, ilk başlarda Hollanda sömürgesi olan daha sonra 5 ayrı emperyalist gücün işgalini tattı ve en sonunda ABD sömürgesi haline getirildi. Suharto başkanlığında CIA ajanı generaller cunta yaptıklarında tarihin en büyük katliamına imza attılar. 5 ay içinde CIA’nın bizzat katılımıyla bir milyondan fazla insan katledildi.
DOĞU TİMOR, ABD’nin Endonezya’yı kullanarak yarattığı katliam alanlarından biridir. Endonezya tarafından 1975’te işgal edilen Doğu Timor, başlattığı bağımsızlık savaşı boyunca akla sığmaz katliamlarla tanıştı. Toplam ölü sayısının 200 bine ulaştığı bu büyük kıyımı gerçekleştiren birliklerin ABD ve İngiliz ortak yapımı olan bir kontrgerilla eğitim programı çerçevesinde eğitildikleri açığa çıktı.
HİNDİSTAN, sömürgecilik dendiğinde ilk akla gelen ülkedir. Özellikle İngiltere tarafından yüzyıla yakın bir süre baskı altında tutuldu. Yıllar boyunca süren bağımsızlık mücadelesi sırasında öldürülen 10 binlerce insanın dışında daha sonraki kışkırtılmış din savaşları dönemi korkunç katliamlara sahne oldu. İngiliz “böl-yönet” taktiğinin kurbanı olan Hint halkı, salt Pakistan ayrılığı döneminde 200 binden fazla ölü verdi.
FİLİPİNLER, 1898’de ABD tarafından işgal edilen, ABD generali Smith’in emri “yakın, yıkın, hapsetmeyin, on yaşından büyükleri öldürün” idi. Sonraki yüz yıl boyunca ABD ve işbirlikçileri hep bu emre uydular. Filipin tarihi 100 binlerce ölüden oluşmaktadır.
KAMBOÇYA, ise en büyük can kaybını ABD bombardımanları sırasında verdi. 600 bin insanın öldüğü bu bombalamalar sona erdiğinde ülke bir harabe haline dönmüştü.
KORE, Türkiye’de de iyi bilinen katliam alanlarından biridir. 1950’de başlatılan bu korkunç savaş sona erdiğinde savaştan önce 100 bin ölü vermiş savaştan sonra da 200 bin insanını kaybetmişti.
VİETNAM, ise hem dünyanın en büyük kahramanlık destanlarından biridir hem de ABD emperyalizminin suç dosyasının en ağır klasörlerinden birini oluşturur. Yüzyılın başından beri devam eden ve önce Fransızları, sonra da dünyanın en büyük ordusuyla üstlerine gelen ABD emperyalizmini hezimete uğratan Vietnam halkı, bütün bu savaşlar boyunca akıl almaz kıyımlara uğradı. 500 binlik ABD ordusu ve 1,5 milyonluk işbirlikçi Güney Vietnam ordusu, bütün teknolojik olanaklarına karşın Vietnam halkını yenemeyince büyük bir soykırıma başvuruldu. Tarihin en büyük hava bombardımanı yıllarca Vietnam’da vurulmadık tek bir metrekare alan bırakmadı. 1963-1973 arasında öldürülen sivil Vietnamlı sayısı 4,5 milyon kişiydi.
LAOS, Vietnam’la aynı kaderi paylaşan bir diğer ülke. Laos, bağımsızlık savaşı sırasında toplam 2 milyon ton ABD bombasını topraklarında gördü ki bu, II. Dünya Savaşı’nda atılan toplam bomba sayısından daha fazlaydı.
AFGANİSTAN, ABD ve Rusya’nın Ortadoğu’da egemenlik savaşlarının yaşandığı yerlerden birisi de Afganistan’dır. Yıllardır, yer altı-üstü zenginliklerinden dolayı işgal altında tutularak sömürülmektedir. Kendi menfaatleri ve kanlı imparatorlukları için köprü gibi kullandıkları bu toprakları, milyonlarca insanın aç, sefil göçe zorlanması ile sonuçlanmıştır. 30 milyon civarında nüfusa sahip olan Afganistan’da, yaklaşık 20 milyon insan günlük 1,5 dolarla yaşamaya çalışıyor. Batılı emperyalistler ve komünist Rusya Afganistan’da bilinen rakamlara göre 40 bin kişi katletmiştir.
ORTADOĞU
Ortadoğu emperyalizm için her şeyden önce petrol demektir; ama petrolün de ötesinde dünyanın bu en sıcak bölgesinde egemen olmak, politik olarak halkları sindirmek çok önemlidir.
FİLİSTİN, 1947 yılından beri devam eden sistematik katliamlar İsrail’in kurulmasından bu yana artarak devam etmiştir. Filistin meselesi özellikle yalnızca Ortadoğu’nun değil, dünyanın kanayan yarasıdır. Bölgede bir ur gibi beslenen İsrail, ABD toplam dış yardımının neredeyse yarısını alıyordu. Böylece 50 yılı aşkın bir süredir onlarca katliama imza atmış bir “terör devleti” olarak varlığını sürdürmekte ve topraklarını her gün büyütmektedir. Ama aslında Filistinli katliamları İsrail’den de önce başlamıştır. Bu katliamların en büyüğünü 1936 yılında İngiliz yönetimi sırasındaki genel grevde olmuştur. 1939 yılında ayaklanma bastırıldığında 40 bin Filistinli öldü. 20 bini tutuklandı ve 110 Filistinli de asıldı. ABD’nin uşağı Ürdün Kralı’nın 19 Eylül 1970’de yaptığı katliam ise “Kara Eylül” diye bilinir. Filistin kamplarını yoğun top ateşine tutan Ürdün, bu kıyımda 30 bin kadar Filistinliyi öldürmüştür. İsrail ve bölgedeki işbirlikçilerinin katliamları ise sayılacak gibi değildir. Bunların en büyüklerinden birkaçı, Ocak 1976, Haziran 1976’daki Tel Zaatar karantina göçmen kampları katliamı ve 17 Eylül 1981’deki Sabra ve Şatila “göçmen kampları”ndaki katliamlardır. İsrail’in 1982’deki Lübnan işgalinin bilançosu ise 17 bin 500 ölüdür.
IRAK, ABD’nin terörü engelleme bahanesiyle Ortadoğu’yu yok etme planından Irak da nasibini alanlardandır. Irak bölge ülkeleri içerisinde ABD saldırganlığından en çok zarar gören ülkedir. 200 bin insanın öldüğü Körfez Savaşı ve sonra çoğu çocuk 1,5 milyon Iraklı’nın öldüğü bilinmektedir.
SURİYE, Emperyalistlerin son durağı olan Suriye de ise durum değişmemektedir. Barışçıl gösterilerle başlayan ancak zalim rejimin silahlı müdahalesi sonucu kanlı bir iç savaşa dönüşen Suriye haklı da içerisinden bölünerek hem iç savaştan hem de batı destekli Katil Eset tarafından her gün katledilmektedir. 2011 yılından bu yana yaklaşık 211 bin kişi hayatını kaybetti. Bu kanlı savaş halen daha devam etmektedir.
Görüldüğü üzere Batı dünyası hiçbir dönemde medeni olamamışlardır. Bulundukları refah seviyelerini masum insanların kanlarından beslenerek sağlamışlardır. Batı dünyası ve emperyalist emellerini tarihten sildiğiniz de, kan ve gözyaşının da olmadığını göreceksiniz. Bugünkü Batılı devletler olmasaydı, dünya daha yaşanabilir bir yer olurdu.
Mustafa Kerim – Şahin Burak Topçu / Yazar
Sayı 158 / Bahar 2017