Beytülmakdis’in ilk Müslüman fatihi, bölgede yaşayan çeşitli inanç ve kültürden insanlar arasındaki ilişkileri yeniden şekillendiren önemli bir dönüm noktasıdır. Ömer b. el-Hattâb’ın (ö. Hicri 24/ Miladi 645) Hz.Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) (Hicri 12 Rebiülevvel 11/ Miladi 6 Haziran 632) ölümünden beş yıl sonra Hicri Cemaziyelevvel/Cemaziyelahir 16/ Miladi Haziran/Temmuz 637 yılında bölgede ortaya çıkışı, üç büyük Sami dini olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın takipçileri arasındaki ilişkilerde yeni ve benzersiz bir dönemin başlangıcı olmuştur. Müslüman devletin başı olarak Ömer, Bizans’ın dışlama politikasını devam ettirmek yerine, bölgede yaşamak isteyen farklı kültürden toplulukları dışlama fikrini reddetmiş, aynı zamanda yeni bir politika ve sistem oluşturma hususunda kati surette faal olarak mücadele etmiştir. Karen Armstrong (1996: 246, 233) ‘Müslümanların, Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların Kudüs’te ilk defa beraber yaşamalarını mümkün kılan bir sistem kurduklarını’ ifade eder.
Ömer’in bölgede zuhûru aynı zamanda bir altın çağın ve Beytülmakdis’in herkes için ortak ve açık bir alan, karşılıklı saygı ve barış içinde birlikte yaşama için bir model haline geldiği yeni bir dönemin başlangıcını temsil eder. Bu model, sadece kültürel çeşitliliğin, çoğulculuğun ve yabancıların kabulü uygulamasının güçlendirilmesine değil; aynı zamanda yabancıların haklarının, görevlerinin saptanmasına, ve Beytülmakdis’te yaşayan farklı topluluklar arasında barış içinde birlikte yaşamı destekleyecek ve tesis edecek bir yaklaşıma dayanır.
Şehre tarihî ziyareti sırasında Ömer, tarihte Uhdat’ul Ömeriyye –Ömer Ahitnamesi veya Ömer’in İliya* Halkı’na verdiği Emannâme olarak da bilinen şekliyle Beytülmakdis’te çeşitlilik ve çoğulculuğun temelini atmıştır. Müslüman kültürden olmayanların Beytülmakdis’teki varlığını tanıma ve hoşgörü ile karşılamanın ötesinde, onları benimsemiş ve şehrin onlarla paylaşılabileceğini gösterecek bir sistem sunmuştur. Aslında gayrimüslimlerin haklarına saygı duymanın ve bu hakları tayin etmenin yanı sıra, hakları, hayatları ve mülkleri için koruma, emniyet ve güvenlik sunan pratik adımlar da atmıştır. Ömer, bu toplulukların özgürlüklerini onaylamış, ve onların kültürel ve dinî yaşamlarına müdahale etmeden, Beytülmakdis toplumunun birer vatandaşı ve üyesi olmalarını mümkün hale getirmiştir. Kısacası Ömer, farklı kültürden vatandaşları sadece teşhis etmekle kalmayarak onları barındırmış ve ihtiyaçlarını karşılayarak zengin kültürel çeşitliliği, kimlikleri ve mülkleri koruyan yeni bir sistem kurmuştur.
Ömer’in çok kültürlü Beytülmakdis modeli, İslamî öğretilerin özü olan Kur’an ve Sünnet’e dayanır. Dahası, Tedafu’ metodolojisi, ‘Adl kavramı ve dışlamama ilkesiyle beraber sadece farklı kültürden insanların tanınmasının üstünde durmamış, aynı zamanda İslam öğretisinin temel kaynaklarında öngörüldüğü gibi, insanın ve ona ait olan şeylerin onurunun korunması için büyük özen göstermiştir. İnsan onurunu korumak, Müslüman düşünce ve tutumda çok merkezî bir konudur. Ömer’in Mısır valisi Amr bin el- Âs’a yaptığı “anneleri onları özgür doğurmuşken, insanları nasıl köleleştirebildiniz” (İbn el-Cevzi, 2001:89) açık ve kesin beyanı bunun çok açık bir örneğidir.
Bu modeli oluşturarak Ömer’in amacının Beytülmakdis halkının insanlık onurunu, kültür, din, ırk ve cinsiyete bakılmaksızın statü ve haklar açısından korumak olduğu savunulabilir. Bu, Ömer’in Emannâmesi’nde Beytülmakdis halkına sağlanan şahsî hürriyet, serbestlik ve eşitlik konularında da kendini göstermiştir. Dahası, insan onurunun korunmasına ve farklı kültürden toplulukların tanınmasına yönelik bu anlayış ve tutumun, Ömer’in karşılıklı saygı ilkelerini yürürlüğe koymasına sebep olduğu ileri sürülebilir.
Bu modelin başarısı için en önemli unsurlardan biri, devletin, kurucu gücün ve otoritenin, Beytülmakdis’in çok çeşitli toplumunu nasıl yönettiğiyle alakalıdır. Üç inanç arasındaki geleceğe yönelik ilişkilerin idaresinin temelleri, Ömer’in İliya halkına yönelik Emannâmesi şeklinde bu tarihî ziyaret sırasında atılmıştır. Her ne kadar bu, temel İslam öğretilerinin, yani Kur’an ve Sünnet’in pratikte bir uygulaması olsa da, aslında İliya’nın ilk Müslüman fatihinin önemli bir ürünüydü. Gerçekten de bu, bölge için yeni bir vizyon yürürlüğe koyan pratik yönetim girişimiydi. Buna ek olarak, Ömer’in İliya halkına kendileri, mülkleri, kiliseleri ve dinleri için Emannâme verdiği yeni vizyonu yönetme ve uygulama noktasında bir mihenk taşı oluşturmuştur. Doğrusu Ömer’in Emannâmesi, Beytülmakdis’te ilk kez çok kültürlü bir toplum kurmak ve yönetmek için temel ilke ve kriterleri ortaya koyan önemli bir referans metni ve teorik bir çerçevedir. Emannâme, Beytülmakdis’teki gayrimüslimlerin statüsünü ve haklarını ortaya koymuş, tanımlamış ve yasallaştırmış ve oradaki farklı toplumların barış içinde bir arada yaşamalarını sağlamıştır.
Bu temelde Ömer, sadece teorik çerçeveyi uygulamakla kalmamış, aynı zamanda Beytülmakdis’i ilk ziyareti sırasında pratik olarak da himayesini ortaya koymuştur. Gayrimüslim kutsal mekânlarını koruma isteğini vurgulayan bu ziyaret sırasındaki ilk olaylar arasında, Ömer’in Kutsal Kabir Kilisesi’ni ziyaret ederken Patrik Sofronyus’un daveti üzerine kilisede veya avlusunda ibadet etmeyi reddetmesi vardır. Sa’id İbn el-Batrik’ten (Eutychius) alıntı yapan Ebu-Munşar (2007: 110), Ömer ve Patrik arasındaki konuşmanın kaydını yeniden düzenlemiştir. Ömer’in reddi için gerekçesi:
Eğer Kilise’nin içinde namaz kılsaydım, onu kaybederdiniz ve kontrolünüzden çıkardı; çünkü ölümümden sonra “Ömer burada namaz kıldı” diyerek Müslümanlar burayı elinizden alırdı.
Bu rivayete göre Ömer, bu sözlü açıklamanın Müslümanları ölümünden sonra kiliseyi camiye çevirmeme konusunda ikna etmeye yeterli olabileceğine inanmamış gibi gözüküyor. Ömer, Sofronyus’a bir kararname yazar: “Müslümanlar bir kerede bir kişi olmadıkça merdivenlerde namaz kılmasınlar. Ezan ile duyurulan cemaat namazı için orada toplanmasınlar.” (Ebu-Munşar, 2007:110) Üstelik Ömer ziyareti sırasında Beytülmakdis halkıyla karşılıklı saygıyı da sağlamayı başarmıştı. Sofronyus, Kutsal Kabir Kilisesi’nin anahtarlarını Ömer’e emanet ettiğinde, Hristiyanların en kutsal tapınağını kullanması için ona müsaade vermişti. Sofranyus karşılıklı saygının tesis edilmesine ilaveten, kilisenin Hristiyanların kendi aralarındaki çekişmelerden de korunmasını güvence altına almıştı. Bu itibarla Ömer anahtarları yoldaşlarından biri olan Abdullah bin Nusaybe’ye vermiştir. (Ebu- Munşar, 2007: 111-112) Ömer’in getirdiği tüm değişiklikler, onun yeni vizyonu, politikası ve sistemini yürürlüğe koyması için atılan önemli adımlardı. Bununla birlikte, Beytülmakdis ile ilgili bazı yönler de değişmedi. Örneğin, bölgenin ismi ve coğrafi sınırları aynı kaldı. Ayrıca bu bölge başkent olarak de seçilmedi (El-Uveysî: 2007). Buna ek olarak, Beytülmakdis’te Müslümanları çoğunluk haline getirme düşüncesi de söz konusu değildi. Karen Armstrong (1997: 14-15) Müslümanların Beytülmakdis’te Haçlı dönemine kadar azınlık olduklarını iddia eder. Malezyalı genç bir lisansüstü öğrencisi Fa- tima Zehra Abdurrahman (2004: 55), Armstrong’un argümanını inceledi ve bu argümanın doğruluğunu karara bağlayan ilgi çekici bir tartışma ortaya koydu. O zamanlar Müslümanlar için temel meselenin gayrimüslimleri dışlayarak ve Arabistan’da yaşayan Müslümanları Beytülmakdis’e yerleşmeleri için transfer ederek çoğunluk olmaları için demografik durumu değiştirmek olmadığı ileri sürülebilir. Gerçekten de bu konu, çoğunluk ve azınlık bahsinin önemsenmediği bu modelin eşsiz doğasını vurgular. Temel endişe, bölgedeki farklı topluluklar arasında barışçıl bir birliktelik ve karşılıklı saygıya yol açacak yeni bir Beytülmakdis vizyonu oluşturmaktı.
Yazar, Müslümanların tüm bunları yapmalarını engelleyen şeyin onların Beytülmakdis vizyonu olduğunu ileri sürer. Mekke ve Medine Müslümanlar için münhasır alanlarken, Beytülmakdis ise Müslümanlar tarafından bütün gelenek ve kültürlerin barış ve uyum içinde bir arada yaşayabileceği kapsayıcı, çok dinli ve çok kültürlü bir bölge haline getirilmiştir. Kuran’daki bir ayete göre Beytülmakdis, “âlemler için bereketler verilen topraklardır” (Kuran: 21:71). Bu temel Beytülmakdis vizyonudur. Karen Armstrong (1997: 14) Ömer b. el-Hattâb’ın ‘İslam’ın kucaklayıcı vizyonuna sadık’ olduğunu ileri sürer. Yahudiler ve Hristiyanların aksine Müslümanlar, başkalarını Beytülmakdis’in kutsallığının dışında bırakmamışlar ve dinleri dışlamak yerine, ‘bu dinlere saygı duymaları gerektiğini öğrenmişlerdir’ (Arsmstong: 1997: 18). Buna ek olarak Armstrong şunları ileri sürer:
İlk başta Müslümanlar, kutsal alana ihtiramın, çatışma, düşmanlık, öldürme ve farklılıkların dışlanması anlamına gelmeyeceğini gösterdiler. Başından beri Müslümanlar, başkalarının varlığını inkar etmeyen kapsayıcı bir (İslamî) Kudüs vizyonu geliştirmişler, haklara saygı duymuş ve çoğulculuk ve bir arada var olmayı göklere çıkarmışlardır. Kutsala ilişkin bu kapsayıcı vizyon, bugün Beytülmakdis’in halkları tarafından şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. (Armstrong, 1997: 18-19) Müslüman olmayanlar için Beytülmakdis’in ilk Müslüman fatihi, yüzyıllarca süren istikrarsızlığı, dinî dışlanma, zulüm ve kolonyal yönetimi sona erdirmişlerdir. Müslümanlar Beytülmakdis’e geldiklerinde yaptıkları ilk şey, o bölgede yaşayan insanlar arasında barışı tesis ederek mevcut dinî ve sosyal problemleri çözmek olmuştur. İlk Müslüman fatihten önce İliya, çoğunlukla Bizans Hristiyanlarına mahsus, kapalı ve ayrı bir bölgeydi. Gerçekten de sadece yerliler ve Bizanslılar için olmak üzere oldukça münhasır bir bölgeydi. Müslüman yönetiminde ise Beytülmakdis, dışlayıcı değil kucaklayıcı bir bölgeydi.
Yazar, ilk Müslüman fatihin Hristiyanları Bizanslı işgalcilerin zulümlerinden kurtardığını, Bizanslı Yahudilere yönelik baskıları ortadan kaldırdığını ve beş yüz yıllık firkatlerinin ardından Yahudilerin varlıklarını yeniden tanıdığını (Armstrong, 1996: 420;Chohen, 1984: 14), uzun süren çatışma döneminin ardından tüm toplulukların ilk kez barış içinde bir arada yaşamalarını mümkün hale getirdiğini ve barışçıl bir arada varoluş ve karşılıklı anlayışa dayanan bir model olarak Beytülmakdis’in kurulması için zemin hazırladığını ileri sürer.
*Çevirmenin notu: İliya (medînetü beyti’l makdis), Roma hakimiyeti döneminde Romalılar tarafından Kudüs’e verilen Latince “Aelia Capitolina” isminin Müslümanlarca ifade edilen Arapçalaşmış şeklidir. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Kudüs”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXVI, 324. Hulefa-i Raşidin döneminde Kudüs’ü ifade etmek için İliya ve Beytülmakdis isimleri kullanılmıştır. İslam’ın ilk dönemlerinde göze çarpmayan “Kudüs” isimlendirmesi, özellikle Memlûkler döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
Tercüme: Seda Özalkan
KAYNAKLAR:
Abd Rahman, Fatimatuzzahra’ (2004), Political, Social and Religious Changes in Islamicjerusalem from the First Is- lamic Fatih until the End of Umayyad Period (637 to 750CE): An Analytical Study (Dundee: Unpublished Master’s dissertation, Al-Maktoum Institute for Arabic and Islamic Studies).
Ebu-Munşar, Maher (2007), Islamic Jerusalem and its Christian: A History of Tolerance and Tensions (London: I B Tauris).
Armstrong, Karen (1996), A History of Jerusalem: One City. Three Faiths (Lon- don: HarperCollins Publishers).
Armstrong, Karen (1997), ‘Sacred Spa- ce: the Holiness of Islamicjerusalem’, Journal of Islamicjerusalem Studies (vol. I, no. I, Winter 1997).
Cohen, Amnon (1984), Jewish Life Under Islam: Jerusalem in the Sixte- enth Century (USA: Harvard University Press).
El-Uveysî, Abd el-Fettah (2007) Intro- ducing Islamicjerusalem (Scotland: Al- Maktoum Institute Academic Press).
İbn el-Cevzi, Ebu el-Faraj Abd el- Rahman İbn Ali (ed. 2001), Sırat ve Manakib Emir el-Mu’minin Ömer İbn el-Hattab (ed. by M. Amr, Kahire: Dar el-Da’va el-İslamiyye).
Prof.Dr.Abdulfettah El-Uveysi / Yazar
Sayı 159 / Sonbahar 2017