Hindistan’a gitmek sanki başka bir gezegene gidiyormuş hissi verse de yaşanılacak olan tecrübelerin unutulamaz cinsten olması insanı heyecanlandırıyor. Hindistan’ın kendine has iklimi hava ile ilk temas anında hissediliyor. Sanki baharat kokulu bir saunaya girmiş gibi oluyorsunuz.
Hindistan, bir taraftan modernleşme sürecini tüm hızı ile yaşarken bir taraftan da geleneksel hayatın kodlarını kendinde sıkı tutuyor. Bir taraftan sokaklarda insan hayatı için tehlike oluşturan elektrik kabloları her yeri kaplarken bir taraftan otorikşaların sesleri, diğer bir taraftan havalimanına inen uçak sesleri Hindistan’ın hangi yüzüne bakmanız gerektiğini size sorgulatıyor? İnsan hayret ediyor, yükselen bir süper güç olarak modern Hindistan mı Yoksa toplumun içinde bulunduğu sefaleti hala yaşayan Hindistan mı?
Çok zengin bir tarihi mirasın izlerini sokaklardaki insanlardan, şehirlerdeki tarihi eserlerden hissedebiliyorsunuz. Ancak ne yazık ki İslam dünyasının bıraktığı eserler gerektiği şekilde muhafaza edilmiyor. Eski Delhi’deki Cuma Mescidi’ne gittiğinizde İslam’ın gönlünüze verdiği huzur aşina bir şekilde var iken aynı zamanda sert ifadeler ile uyarı tabelaları, suyun akmadığı çeşmeler, temizliğin sorun olduğu bir bölgede ayakta kalan bir mescit ile karşılaşıyorsunuz.
Konu eski Delhi’den açılmışken, itiraf emek gerekir ki Eski Delhi bambaşka bir dünya. Tarihi eserlerden Cuma Mescidi ve Kızıl Kale’yi gezdiğinizde Eski Delhi’nin çarpıcılığı gözler önüne seriliyor. “Halka inmek” yahut “halkı görmek” sanırım asıl orada mümkün. Kalabalık, dar, korna sesleri, peşinizi bırakmayan dilenciler, sürekli ellerinize bir şeyler tutuşturan satıcılar, hepsi ayrı bir karmaşanın içine sürüklüyor sizi. Eski Delhi’den söz ettik ama Yeni Delhi’yi de unutmamak lazım. Yeni Delhi günümüz Hindistan’ın resmi başkenti. Hindistan tam bağımsızlığını kazandıktan sonra başkent Kolkata’dan Delhi’ye taşınmış ve adeta yeni bir yerleşim alanı oluşturulmuştur. Yeni Delhi eski Delhi’ye nazaran güneye kurulmuş, geniş caddeleri olan, yeşillik alanı bol olan bölgeler olarak bilinir. Özellikle Çanakyapuri ve India Gate alanları son derece temiz ve geniş düzlüklere sahip yerlerdir.
Delhi ekonomik açıdan çok canlı bir yer. Şehrin uzak bölgelerinde kurulmuş olan endüstri fabrikaları her ne kadar şehirde hissedilmese de üretimin bol olduğu bir şehirdir. En çok göç alan büyük kentlerden biridir. Her eyaletten farklı insanlar Delhi’de mevcuttur. Mesela Kuzey Doğu Hindistanlıların yoğun olarak yaşadığı yer olan Munirka bölgesi Delhi’de bulunmaktadır. Lajpat Nagar orta sınıfın açık alan alışveriş merkezidir ama aşırı derecede Afgan nüfusu olduğu için bölge adeta Afgan Nagar olarak da anılmaktadır. Aynı zamanda gün geçtikçe artan büyük alışveriş merkezleri de New Delhi’de orta sınıf ve üst sınıfa hitap etmektedir. Delhi’de ikinci önemli yer Kutup Minaresi bölgesidir.
Delhi sultanlarının inşa ettiği bir medrese külliyesidir. Ortasında geniş uzun bir minaresi bulunan Kutup minare saat dilimlerine göre dizayn edilmiş özel bir yapıttır.
Delhi’de bulunan Lotus Tapınağı Bahailikle bağlantılıdır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan 7 Bahai Tapınağı’ndan sonuncusu Delhi’deki Lotus Çiçeği biçimindeki beyaz mermerden ve 45 Lotus yaprağı kullanılarak şekli verilmiş olan tapınaktır. Yeni Delhi’deki bu tapınak 1986’da tamamlanmış ve pek çok mimari ödül almıştır. Tapınağın özelliği 9 girişinin olmasıdır. 9 giriş, dünyada 9 dinin varlığını gösteren bir inançtan esinlenilmiştir. Bahai yazıtlarında belirtildiği ve emredildiği gibi yapının içinde herhangi bir resim ya da heykel yer almaz. Tamamen sadedir. Ana hol 2.500 kişi kapasitelidir. Yapı etrafında 9 havuz bulunur. Bu 9 havuz doğal klima görevi görmektedir. İçeride fotoğraf çekilmesi yasak. İçerisi çok sade, oturma yerlerinden oluşan bir salon. Sessizlik hâkim. Kafanızı yukarı kaldırdığınızda Bahailik Sembolünü görebilirsiniz.
Şimdi tarihin derinliklerine yani Agra şehrine geçelim. Agra’yı Agra yapan Taç Mahal’dir. Herhalde Agra için söylenebilecek en temel şey, bir imparatorluk başkenti olmasının her halinden belli olduğudur. Taç Mahal’in en etkileyici iki yerinden söz edilebilirse şüphesiz biri Şah Cihan’ın Taç Mahal’i uzaktan izlediği o pencerenin önü. Diğeri de insanı içindeki pencereleri açmaya iten harika eser, “Mümtaz Mahal, bir bahtiyarı cihan. Bir sevdiği var, ardında bıraktığı; kabrini uzaktan seyrederek sükûn bulan.”
Söz konusu üniversite olursa elbette Delhi için ilk akla gelen Jawarharlal Nehru Üniversitesi’dir. JNU kampüsü şehrin gürültüsünden stresinden adeta soyutlanmış gibi. JNU ismini Hindistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Nehru’dan alıyor. 1965 yılında devlet eli ile kurulmuş yükseköğretim sağlayan bir uluslararası üniversitedir. Sadece yüksek lisans, doktora ve üzeri eğitim veren bu üniversite sosyal bilimler alanında Asya kıtasında ün yapmış nadir üniversitelerden biridir. Geniş bir ormanlık arazisine kurulmuş ve bütün üniversite öğrencilerini içinde barındıracak şekilde yurtları vardır. Tamamen yeşillikle kaplı kampüsü ile adeta Delhi’nin şehir gürültüsünden eser yoktur.
Sih dininin merkezi sayılabilecek mekâna yani Panjab eyaletinin Armitsar şehrine uğramadan önce Sirhind beldesine uğrayalım. Çünkü burada İmam-ı Rabbani hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Çok ilginç gelebilir ama evet, tüm dünyada özellikle Türkiye’de oldukça iyi bilinen İslam âlimi İmam-ı Rabbani Sirhind’li aslında. Burayı ziyaret ettiğinizde bölgede Müslüman nüfusu az olsa da Rabbani’nin varlığı adeta İslami kokuyu sezdiriyor. Kabri ziyaret ettikten sonra misafirhane odasında oturup Rabbani hazretlerinin soyundan gelen torunları ile sohbet edebilirsiniz. Dedelerinin mirasına sahip çıkarak adeta İslam merkezi kurmuşlar. Türkiye’den maddi ve manevi destek aldıklarını belirten mübarek torunlar güler yüzleri ile insanı cezbediyor.
Sirhind bölgesinden sonra Armitsar’a geçelim. Hala Jainizm ile birlikte esrarengizliğini koruyan bir inanç Sihizm. Altın Tapınak’ı (Golden Temple) gezerken de etraftaki Sihlerin sakinliği, konsantrasyonları, meditasyonları gerçekten kayda değer bir etki bırakıyor üzerinizde. Yukarıda da bahsettiğim gibi Altın Mabed Sihler için kutsal kabul edilmekte ve herkesin mutlaka ziyaret ettiği bir yerdir. Etrafı su ile çevrili olan bu yapının yarısından çoğu gerçek altın ile yapılmıştır. İbadethanenin içine doğru Sih adamlarının kutsal kitabını okunur ve hoparlör sistemi ile bütün köşelerde duyulur. Günde iki defa kutsal kitap bir tören ile tapınağın içine taşınır ve çıkarılır. Bu seremoni esnasında çeşitli dualar yapılır. Sih dini kuralları gereği, bu inanca mensup bir kişi sakallarını kesemez ve her zaman türbe takmalıdır.
Sih dini Hinduizm ve İslam’dan sonra Hindistan’da en büyük dini nüfusa sahip dinler arasındadır. Merkezleri Panjab eyaletinde olan Sih dini, 16. Yüzyılda Guru Nanak’ın kurmuş olduğu yeni bir dindir. Yapı itibarı ile Hinduizm’den etkilenmiş olsa da Guru Nanak şahsen İslamiyet’ten de etkilenmiş bir din âlimidir. Kendisi bizzat Mekke’ye gitmiş ve Kur’an-ı Kerim’i okumuştur. Guru Nanak ve diğer Gurular (dini liderler) tarafından yazılan ve kutsal kitap kabul edilen “Guru Grant Sahip” kitabı tıpkı Kur’an gibi okunmaktadır.
Hindistan’ın genelinde konuşulan 24 tane ana dil vardır. New Delhi’de sokakta yürürken muhtemelen duyabileceğiniz temel diller; Hintçe, İngilizce, Farsça, Urduca, Panjabice, Malayalamca, Matelice, Nepalce vb… Diğer eyaletlerin de kendine ait dilleri vardır. Resmî kurumlar genelde İngilizce ve Hintçeyi kullanmaktadır. Hindistan’da İngilizce çok prestijli bir dil bu yüzden eğer İngilizceniz varsa her şey sizin için daha kolay olur. Eğitim liseye kadar Hintçe, ondan sonrasında ise genellikle İngilizce ile devam eder.
Eğitimli kişiler ve üniversitedeki kişilerin ekseriyeti İngilizce bilir ancak bunun dışında kalan halkın genel olarak İngilizce ile arası yoktur. Daha net ifade edersek eğer, kast sisteminde alt sınıflardan sayılan gruplar genelde İngilizce’yi bilmiyor.
Ziyaret esnasında mescitlerde ve dini yapılardaki genellikle pembemsi renkteki taş yapıtlar ilginizi çekecektir. Bu rengin insanda bıraktığı duygular biraz karışık… Bizim kendi ülkemizde pek rastlamadığımız bir renk olması dolayısıyla verdiği hisleri tam tarif etmek mümkün olmayabilir. Ancak kırmızıya yakın olması insanı biraz itse de içindeki coşkuya insanı dâhil eden bir tarafı da var bu rengin….
Hindistan’da iken uğranması gereken önemli yerlerden biri de meditasyon merkezleridir. Bir sürü meditasyon yapan insanın arasında buluveriyorsunuz kendinizi. Müthiş sessiz bir ortam. Çıt çıkmıyor, dışarıdaki gürültüye rağmen.
Ve filler… Olmazsa olmazlardan. Her ne kadar binme imkânı da olsa eziyet olmasın diye binmeseniz de sevmeyi tercih edebilirsiniz. İnsanlarla iç içe olan fiiller adeta evcilleşmiş ve hatta arkadaş olmuş durumdalar.
Hindistan’da iseniz ve yolunuz Kolkata’ya düşmüşse mutlaka dünyaca ünlü Nobel ödüllü yazar, şair ve filozof olan Tagore’nin evini ziyaret etmelisiniz. Tarihi evi müzeye çevrilmiş adeta. Her odada ayrı bir Tagore ile karşılaşıyorsunuz. Bir odada tatlı bir çocukluk geçiren Tagore, diğer odada olgun bir düşünür, başka odada bir dünya gezegeni, diğer odada şair…
Hazır yolunuz Kolkata’ya düşmüşken Hinduizm’in kutsal kabul edilen şehri Varanasi unutmak elde değil. Varanasi, Ganj Nehri’ni ve yüzlerce tapınağı içinde barındıran orta büyüklükte bir şehir. Nüfus yoğunluğu daha çok dış bölgelerden gelen Hindu ziyaretçilerden oluşur. Bu ziyaretlerin temel amaçları Ganj Nehrinde ömürde bir defa da olsa yıkanarak bütün günahlardan arınmak veyahut öldükten sonra yakılan bedenden arda kalan külleri nehre yani kutsallığa doğru savurmaktır. Hindistan gezisinden çıkarmamız gereken bir ders var ise oda Hindistan’ın kitaplardan okumakla, filmler veya belgeseller izlemekle tanınamayacağı, keşfedilemeyeceğidir. Zira Hindistan’ın her sokağı, her şehri başka bir dünya, başka bir kültürdür. Sosyolojik olarak farklılıkların günlük hayatta en derinden hissedildiği Hindistan için toplumsal araştırmaların arttırılması Türkiye’deki ilmi çalışmalar için yeni perspektifler açacaktır.
* Bu gezi yazısı Eylül 2016 tarihinde GASAM-YTB ortaklığı ile yapılan “Türkiye, Hindistan ve Pakistan arasında Kültürel ve Akademik Bilgi Erişimini Arttırma” Programı kapsamında Hindistan bölgesine bir aylığına giden araştırmacılar Harun Akdemir, Ayşe Yılmaz, Zeynep Çavuşoğlu, Fatma Çelik ve İhsan Altıntaş’ın gezi yazılarından derlenmiştir.
İhsan Altıntaş / İbn Haldun Üniversitesi -Medeniyetler İttifakı Enstistüsü Doktora Öğrencisi
Tohum Sayı 160 / Kış 2018