Görülen iyilikleri unutmama, kendisine iyilikte bulunanlara aynısıyla veya daha güzeliyle karşılık vermeye vefa, bu şekilde davrananlara ise vefakâr adı verilir. Şüphesiz insanda bulunması gereken güzel huylardan birisi de vefa duygusudur. Vefakârlığın zıddı nankörlük olup; iyiliğin değerinin bilinmemesi veya iyiliğe karşılık kötülükle davranmak anlamına gelir.
Vefa aynı zamanda, de, dostlukta ve bağlılıkta devamlı olmak demektir. İnsan için en büyük vefakârlık kendisini yaratan ve kendisine rızık veren Allah’ı unutmayıp ona kulluk etmek, en büyük nankörlük ise insanın Yaratıcısını inkâr edip hayatını ona karşı çıkmakla geçirmektir. Allah, insanın bu özelliğine dikkat çekerek uyarılarda bulunur: “Şüphesiz insan Rabbine karşı çok nankördür”. (Âdiyât, 100/6), “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım, eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çetindir”.(İbrahim, 14/7), “Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir yerdir”. (İbrahim, 14/2829), “Biz insana önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunuyoruz”. (Lokmân, 31/14)
EFENDIMIZIN HADISLERINDE VE YASAYISINDA VEFA
Vefa konusunda Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurur: “İnsana teşekkür etmeyen kimse, Allah’a da şükretmez”. (Ebû Dâvûd, “Edeb” 11; Tirmizî, “Birr” 35).
Vefakârlığın en büyük örneklerini şüphesiz Peygamberimizin davranışlarında görmek mümkündür. Nitekim çocukluğundan itibaren kendisine yardımcı olan Ümmü Eymen’e de saygı göstermiş, sürekli olarak ona “Sen benim ikinci annem sayılırsın” sözleriyle iltifatta bulunmuştur. (Müslim, “Fedâil”102).
Anlatıldığına göre bir gün Peygamberimiz Hz. Âişe ile beraberken yanlarına Cessâme el-Huzelî isimli bir hanım gelir. Kendisi bu ihtiyar kadına iltifat edip hâlini hatırını sorup pek çok iltifatlarda bulunur. Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Rasûlü’nün (s.a.s) ona gösterdiği ilgi ve alâkası dikkatinden kaçmamış olan Hz. Âişe bu kadının kim olduğunu sorduğunda şu cevabı alır: “Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefâ göstermek îmandandır”. (Hâkim, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, I, 62).
KUR’AN-I AHLAK: AHDE VEFA
Vefa aynı zamanda sözünde durmak anlamındadır. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelen ahde vefa ya da kısaca vefa, Kur’ân ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir. Çünkü Kur’ân’da ahde uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya bağlı kalanlara büyük ödüller vaad edilmiştir: “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir”. (Fetih, 48/10). Buna karşılık Allah’a karşı sözlerini yerine getirmeyenlerin âhirette kaybedenlerden olacakları haber verilmiştir: “Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir”.(Âl-i İmrân, 3/77).
Hz. Peygamber (s.a.s) de “Emânete sahip çıkmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur”.(Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 135), “Dört özellik vardır; kimde bunlar bulunursa o kimse gerçek münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan (ikiyüzlülükten) bir özellik var demektir: Kendisine emanet edilene sahip çıkmaz, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, düşmanlıkta haddi aşar” (Buharî, “Îmân”24, “Mezâlim” 17; Müslim, “Îmân” 106; Tirmizî, “Îmân” 14) sözleriyle Müslüman için ahde vefanın ehemmiyetine işaret etmiştir.