DR. VAHDETTİN IŞIK
Müslümanlar, yaklaşık üç asır önce, dünyanın gidişatını yönlendiren bir merkez olmaktan çıkmaya başlamıştı. Ardarda gelen yenilgiler sonrasında ise daha önce yaşamadıkları bir tecrübe ile karşı karşıya geldi Müslümanlar.
Yeni durumun Müslümanları karşı karşıya getirdiği şey, mevcut duruma düşülmesine sebep olan şeyin doğrudan İslam olup olmadığına dair gündemdi. Meşhur oryantalist Ernest Renan, modern dünyanın sembol kurumlarından birisi olan Sorbon’da yaptığı bir konuşmayla, Müslümanların İslam’ın öğretileri sebebiyle geri düştüğünü ve çözümsüzlüğe gömüldüğünü iddia ediyordu. Renan’ın galip dünyanın sözcüsü olarak dile getirdiği bu iddia Müslümanların fiilen durumları da dikkate alındığında, tesirini daha da artırmaktaydı. Dönemin diliyle ifade edersek, bizatihi İslam’ın terakkiye mani’ olduğu iddia ediliyordu. Müslümanların yaşadığı hemen her yerde yoksulluk, yenilmişlik, ihtilaflar gündelik hayatın birer cüz’ü olarak bu iddiayı güçlendiriyordu. Nitekim, dönemin en parlak simalarından biri olan Ziya Paşa’nın diliyle söylersek,
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm
mısralarındaki hal İslam ümmetini kuşatmış bulunuyordu. Kuşkusuz mevcut durumun sebeplerini doğrudan İslam’a atfederek açıklayan yaklaşımlara itiraz eden güçlü bir başka okuma biçimi vardı dönemin öncüleri arasında. Cemaleddin Efgani, Namık Kemal, Ataullah Bayezidof ve Elmalılı Hamdi Efendi başta olmak üzere, İslam’ın mani-i terakki olmadığını göstermek için eserler kaleme aldılar. Sorunu dar anlamda metafizik düzlemde anlamak yerine varlığın kendi tabiatına muvafık bir şekilde okunmasını esas alan bu yaklaşım sahipleri, olup biteni kendi bağlamında değerlendirmenin kapsamlı bir fotoğrafını çizdiler. Onlara göre dünün parlak başarılarını inşa edenler de Müslümandı günün mağduru olan ve bir türlü yenilgiyi aşamayan insanları da.