Dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olan Hint yarımadası deyince hepimizin zihninde çeşitli figürler canlanmaktadır. Irkların mozağinin yanında onlarca dil ve dinin bir arada olduğu Hint yarımadasında dünyanın en kalabalık nüfusu yaşamaktadır. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık 10 katı kadar Müslümanın yaşadığı yaşlı kıtada İslamiyet’in yayılışını ve bölgede yaşayan Müslümanların durumunu, dünü ve bugününü ele alacağız.
Bahse konu olan bölge, Afganistan sınırından başlayan Pakistan, Keşmir, Hindistan, Bangladeş, Myanmar zulmü altında ezilen Arakan bölgesi ile Sri Lanka gelmektedir. Bangladeş ve Pakistan dışındaki yerlerde Müslümanların azınlık olarak yaşadığı ülkelerde son zamanlarda Batı’da başlayan “İslamofobia” furyasıyla zor şartlar altında hayatlarını ikame ettirmeye çalışıyorlar. Güney Asya’da bulunan söz konusu ülkelerin nüfusu yaklaşık 1 milyar 710 milyon, yüz ölçümü ise 4 milyar 350 milyon km’dir. İslam’ın yanı sıra Hinduizm, Budizm, Sihizm, Ceynizm, Hristiyanlık ve yerel kabile dinlerinin ile birlikte Anizm gibi dinlerin bulunduğu coğrafyada genel anlamda İslam, Emeviler ve özellikle Abbasiler döneminin meşhur komutanı Muhammed bin Kasım’ın Sind bölgesini (712-714) fethetmesiyle yayılmaya başladı. Ancak bölgenin ilk keşfinin sahabeler tarafından yapıldığını ve hatta bugün Hindistan sınırları arasında yer alan Kerala’da ilk mescidin hicri 629 yılında yapıldığını biliyoruz. Tüccar sahabelerin 612-629 tarihleri arasında Hindistan’ın Malabar bölgesine gelerek İslam’ı tebliğ ettikleri bazı kaynaklarda yer almaktadır. Zamanın Chela Kralı Cheraman Perumal Bhaskara Rawi Varma’nın Müslümanların anlattıklarından etkilenerek İslam dinini kabul ettiği bilinmektedir. Söz konusu Kral astronomi ile uğraştığından dolayı kendisine Allah’ın insanlığa gönderdiği son peygamber Hazreti Muhammed (S.A.V) efendimizin bir mucizesi anlatılınca merakı arttı ve hidayete erenlerden oldu. Peygamber Efendimizin Ay’ı işaret parmağıyla ikiye bölmesi mucizesine bulunduğu yerde bizzat müşahede etmişti. Daha sonra bu olayı Allah’ın elçisi Hazreti Muhammed’in gerçekleştirdiğini işitince bu olayın nasıl yaşandığını Müslümanlar’dan dinlemek istemişti. Anlatılanlardan ve daha önce kendi gözleriyle olaya şahit olduğundan dolayı Kral Cheraman, böylesi bir mucizeyi ancak yaratıcı tarafından seçilmiş birisinin yapabileceğini dile getirdi. Kendisinin inanmış olduğu tanrıların böyle gücü olmadığını, bunun ancak ezeli ve ebedi olan Allah’ın kudretiyle yapılmış olacağını kavradı. Kadir-i Mutlak olan bir yaratıcın gönderdiği elçinin de Hazreti Muhammed olduğunu duyması üzerine hiç tereddüt etmeden Müslüman olmuş, ismini de Tacettin olarak değiştirmişti.
Kral’ın iman etmesi üzerine halkın geneline yakını Müslüman oldu. Bölgede bugün hala ibadete açık olan Cheraman Cuma Mescidi’ni miladi 629 yılında sahabeden Hazreti Malik bin Dinar inşa etti. Bazı kaynaklara göre Kral Tacettin(Cheraman)’in Mekke’ye giderek Peygamber efendimizle görüştüğü hatta veda haccında bulunmuş olduğu rivayet edilmektedir. Putperest iken İslam’la şereflenmişken ve üstüne bir de “Sahabe” olma bahtiyarlığına kavuşmuşsa eğer, ondan daha fazla kimse bahtiyar olamaz.
Hint yarımadası çok büyük bir toprak parçasını kapsadığında bir bölgede yaşanan olayın diğer bölgeye ulaşması veya etki etmesi zaman alır. Şimdi eyaletlerle yönetilen söz konusu ülkelerde hemen her ırkın İslam’la tanışma hikayesi birbirinden farklıdır. Biz sadece bir bölgede İslamiyet’in yayılışını örnek olarak ele aldık. İslam’ın bölgede daha büyük kitlelere yayılması şüphesiz ki Müslüman Türklerin, Gaznelilerin(963-1186) döneminde olmuştur. Daha sonra bölgede kurulan Türk sultanlıklarının ve Babürlülerin devletleri 1858 yılına kadar devam etti. Bu zaman zarfında tüm yarımadada muazzam İslamlaşma hareketi başlamış ve milyonlarca insan Müslüman olmuştur.
Türkler, bölgede İslamiyet’i yayma aracı olarak köklü ve kalıcı bir yöntemi seçmiş, ulaşabildikleri her köşede medrese ve mescitler açarak buraları ilim ve irfan merkezi haline getirmiştir. Güçlü imparatorluklar kuran Türklerin başarısının temelinde ciddi eğitim yatmaktadır. Gittikleri her coğrafyada misafir olarak değil; kalıcı gözüyle bakmışlardır ve günümüze kadar gelen muazzam eserler bırakmışlardır. Bu mantıkla halkın beğenisini kazanarak dinlerinin yayılmasına da vesile oldular. Günümüzün “Üniversitesine” tekabül eden medreselerden yetişen Müslümanlar, son ve hak din olan İslam’ı duymayan kişilere ulaştırmak için tebliğ hareketi başlatmıştı. “İyiliği emredin ve kötülüğü men edin” anlayışıyla kıtanın her tarafına ulaşan bu mubelliğler halktan hiçbir karşılık beklemeden sadece Allah rızası için dinin gerçeklerini anlatmak, geçimini de temin etmek için bazen ticaret bazen de bedeni işler yaparak hayatlarını ikame ettirebilmişler. Karşılıksız yapılan amelin karşılığını da ciddi anlamda almışlardır. Zühd sahibi bu kişiler sayesinde İslam dini kıtanın her tarafına yayılmıştır.
Bugün Budist zulmü altında olan ve vahşice katledilen Myanmar’ın Arakan bölgesindeki Müslümanlar da bu ehli tarik ve fedakâr mubelliğler tarafından aydınlatılarak gerçeği ve doğru yolu bulanlardır. Bir başka sorunlu ve Arakan gibi işgal altında olan Cammu- Keşmir bölgesi de kılıçla veya zorla değil tebliğ yoluyla ve akıllarının süzgecinden geçerek İslamiyet’i kabul etmişler. Bundan dolayı da Hindistan’ın bunca zulüm ve işkencesine rağmen İslam dinini terk etmiyor aksine bu inanç için canı pahasına mücadeleye devam ediyorlar.
Bölgede İslam’ın yayılmasında Gaznelilerin payı gerçekten çok büyüktür. Hem topraklarını genişletmişler hem de İslam dinini putperest olan bir toplumun kalbine çıkmayacak bir şekilde nakşetmiştir. Orta Asya’daki Moğol istilası nedeniyle gelen alim ve okumuş kesim Hint yarımadasının İslamlaşmasına vesile olmuştur. Bölgede çok önemli alimler yetişmiş, mimarı ve sanat değeri olan yüzlerce esere imza atılmıştır. Zühd anlayışına sahip olan Müslüman Türk idarecilerle halk çok erken kaynaşmış, yerel halkın dinine, inancına ve folkloruna asla zarar verecek bir eylemde bulunmamışlardır. İslam’ın hoşgörüsü gerçek anlamda uygulandığı için İslam halk tarafından daha da içtenlikle karşılandı.
Kendi inancı tarafından dışlanan veya sınıflara, kastlara ayrılan halkın İslam’da eşit birey ve “kardeş” olarak ilan edilmesi Hint yarımadasında ilk önceleri çok garipsendi. Zengin ve fakir aynı yerde bulunuyor olması, kimsenin kimseye karşı üstünlüğü olmadan aynı ibadeti yapması ve hatta yanlış yapan kişinin Kral dahi olsa sorgulanabiliyor olması bölge için çok yeni ve anlaşılması çok zor bir denklemdi. Ancak bu sadece söylemde değil bizzat yaşantıda da gözlemlenince, halkın bulundukları kast sistemini, putlarını ve sahte tanrılarını kırarak Müslüman olmalarına vesile olmuştur. Bu da İslamiyet’in güncel, yaşanabilir ve eşitlikçi bir din olduğunu göstermektedir.
İMAM RABBANİ EKBER ŞAH’IN ENKAZINI SİLDİ
Özellikle bugünkü Hindistan topraklarında halk yaklaşık 450 yıl çok huzurlu ve mutlu yaşadı. Ama kıta genelinde ise yaklaşık 9 asır Müslüman Türkler hüküm sürdü. Hindular, Budistler, Sihler, Ceynler ve hatta daha sonra ortaya çıkan Hristiyanlar dinlerini ve geleneklerini İslam idaresi altında hiçbir engel ve kısıtlama olmadan yerine getirdi. Ancak Batılı emperyalistler Hint yarımadasının zenginliğini keşfettikten sonra durum değişmeye başladı. 20.Yüzyılda İngilizlerin işgaline uğramasıyla ve Müslümanların kontrolünde olan bölgelerin elden çıkmasıyla kara bulutlar kıtanın üzerine yayılmaya başladı. Ortak yaşam, komşunun hakkı, yardımlaşma, adalet ve eşitlik gibi terimlerin yerini İngiliz despotluğu, zulmü ve inançlar arasındaki savaşlar aldı. Müslümanların idareden uzaklaşmasıyla eskiden kalan güzellik, adil ve sosyal dokuyu bir arada tutan nesnelerin yerine korku, esaret ve katledilme yerleşti. Eğitim kurumları yasaklandı, sosyal doku zayıfladı ve ekonomik çöküntü ile birlikte siyasi idarede de Müslümanlar bulunmayınca milyonlarca Müslüman tabiri caizse ortada kaldı. İngiliz işgaline karşı Müslümanların siyasi gücünü kaybetmesiyle sosyal dokuyu oluşturan elementler yerinden oynadı. İngilizler ilk iş olarak farklı inançları birbirine düşman etti ve aralarındaki savaşı tetikledi. Yıllarca dostane yaşayan halk kısa zaman içinde birbirine düşman hale geldi. Bir taraftan İngiliz işgal idaresi bir yandan da gayri Müslimlerin kandırılarak Müslümanların üzerine saldırılmasıyla büyük bir trajedi yaşanmaya başlandı. Müslümanlar bulundukları yerleri terk ederek başka yerlere göç etmeye başladı. İç göçten dolayı bazı kentler Müslümanların çoğunlukta olmasına bazılarında ise azınlıkta kalmasına yol açtı. Özellikle Hindu ve Budistler’in İngilizlerle birlikte hareket etmiş olmalarından dolayı idareye gelmeleri sağlandı. Dinleri sömürgenin kabul edilmesi için kullanıldı. Tanrılarının bu işgali kabul(!) ettiği yalanını yaymak için İngilizlerin tahsis etmiş olduğu zamanın en modern araçlarıyla dolaşarak bu yönde propaganda edildi. Halk tekrar köleleştirildi. Pencap eyaletinde ise Sihler kullanılarak İngilizlerin yerel jandarması haline getirildi. Bu işgalde en tarafsız kalan Ceynler’dir.
İşgal hareketi devem ederken, İslami yönetim yerine İngilizler geldi. İslam’ın ruhunun ve ana amacının tahrip edilmesi için ortaya çıkan onlarca İngiliz ajanının yaptığı tahribat işgalden daha etkili olmuştur. Süflik adı altında her türlü Haşhaşlik ve hatta dinsizlik yapılmaya başlandı. Ne kadar sapık ve din dışı eylem ve inanış varsa hepsi İslam’la cem edilerek ortaya sapık ve çarpık bir inanışın çıkması sağlandı. Hatta sahte peygamber dahi çıkarıldı. Ahmed Gulam Kadiyani, İngilizlere karşı savaşmayı haram(!) kılarak zamanın Fethullah Gülen’i olarak kullanılmıştı. İşgalle birlikte bölgede Müslümanlaşma dönemi bitmiş, irtidat ve kafirleştirme dönemi başlamıştı. Kıta tamamen İngilizlerin işgaline girmişti.
Bölgede daha önce Moğol istilası yaşanmıştı. Onun neticesinde de ortaya Ekber Şah’ın resmi bir Hindistan dini oluşturma çabaları olmuştu. İslam’ın inanç ve ibadet anlayışını hatta akaidini tehlikeye sokan sapık bir ideoloji ortaya çıkmıştı. Her tarafta olmasa da bölgenin bazı yerlerinde etkili olması üzerine bugün hala fetvalarıyla amel ettiğimiz Şeyh Ahmed Serhend, bizdeki meşhur ismiyle İmam Rabbani (15631624) Hazretleri ortaya çıkmış ve bu sapık anlayışla mücadele etmiştir. Bölge çok geniş olduğundan her yere gidemiyordu ancak gönüllü mubelliğleri bir nevi postacı olarak kullanıp sapıklığın yayıldığı her yere mektuplar göndererek halkın delalete düşmesini önledi.
İNGİLİZLER İŞGALLE BİRLİKTE ALİMLERİ KATLETTİ
Daha sonra gelen Şah Veliyullah Dehlevi (1703-1753) etrafına ilim ve irfanı yayarak bölgedeki Moğol nüfuzunun yayılmasına engel olmuştur. Ancak 1857’de İngiliz işgali geldiğinde ilk önce İmam Rabbani mertebesinde olan aydın ve alim kanaat önderleri katledildi. İç savaş ve en önemlisi kapı dibi komşusundan emin olmadan yaşamanın korkusuyla tebliğ ve tecdit hareketleri kitlesel değil bireysel yapılmaya başlandı. Her ne kadar ortaya yeni dini ve siyasi hareketler çıkmış olsa da işgal durdurulamadı. Önceden Müslüman olan Hinduların bir kısmının İngilizlerin desteğiyle tekrar putperestliğe dönmeleri için 1875’de birkaç örgüt ve hareket kuruldu. Buna karşılık Müslümanlar da dini ve siyasi hareketleri kurmuş ancak bunların birkaçı maalesef İngilizlerin yardımıyla kurulduğundan dolayı zararı hala günümüze kadar gelmektedir. Bölgede artık İslamiyet’e yeni girişler değil; bu dini gerçek anlamda anlamamış ve hidayetten nasibini alamayan kişiler irtidat ederek tekrar cahiliye putperestliğine dönüş başladı. Ancak Müslümanların kitleler halinde yaşadığı daha doğrusu çoğunluk olduğu yerlerde putperestliğe dönüş olmadı ve dini inanış ve yaşayış eskisi gibi devam etti.
Ekonomik, siyasi ve sosyal alanda bölgenin her tarafını işgal eden İngiltere’nin desteğiyle 20. Yüzyılda Hindu milliyetçiliği olmadığı kadar güçlü ve her tarafta etkili olmaya başladı. Müslümanlara karşı terör ve suikast eylemleri arttı. 1. Dünya Savaşına girildiğinde İngiltere bölgeden topladığı askerlerin arasında Müslümanlarda bulunuyordu.
HİLAFET HAREKETİ VE HİNTLİ MÜSLÜMANLARIN OSMANLI’YA YARDIMI
Halk ve askerler kandırılarak Afrika ve Avustralya bölgelerinde savaşa gittikleri söylenmişti. Müslümanların çoğunluğu zorla askere ve silah altına alınmıştı. Hatta savaş alanına gemilerle gidene kadar da hiçbirinin eline silah verilmemişti. Hiç kimse nereye ve ne için gittiğini bilmiyordu. Her zaman olduğu gibi şeytanca plan yapan İngiltere, Hintli Müslümanları Osmanlı Hilafet Devletine karşı savaştırmak için Çanakkale’ye getirdi. Müslüman askerler savaşa başladıktan çok zaman sonra bu gerçeği öğrendi. Osmanlı Ordusunun bulunduğu siperlerden Ezan ve tekbir seslerini duyan Hintli Müslüman askerler şaşkına dönerek işin gerçeğini öğrenir öğrenmez ilk fırsatta elindeki silahla Halife’nin ordusuna katıldı. Böylece İngilizlerin hinliği ve hainliği ortaya çıkarılmış oldu. Ancak bu anlamsız savaşta yüzlerce Hint asıllı Müslüman asker hayatını kaybetmişti.
Bölgeden toplanan askerlerin Osmanlı’ya karşı kullanıldığı duyulmadan önce bölgede Şevket Ali ve Muhammed Ali Cevher önderliğinde Osmanlı Devleti ve Hilafeti korumak için çalışmalara başlandı. “Hilafet Hareketi” ismi altında hem maddi yardım toplandı hem de eli silah tutan kişileri İstanbul’a göndermek için yoğun bir çabanın içine girdiler. Halife adına bölgeye gittiğini iddia eden Halide Edip Adıvar’a toplanan paralar teslim edildi. Halide Edip’in emanetleri Mustafa Kemal’e teslim ettiği, o paraların bir kısmı ile de İş Bankasına ortak olunduğu iddiası hala konuşulmaktadır.
Günümüze kadar devam eden ancak bir etkinliği olmayan “Hilafet Hareketi” Hint Müslümanlarının olduğu kadar bizim ve tarihimiz için de çok önemlidir. Toplanan askerler bir türlü İstanbul’a ulaşamadı. İngilizler onlara neredeyse tüm kıtayı gezdirdi. Yarısından fazlası yolda hayatını kaybederek şehit oldu. Geri kalanı ise hastalanarak yataklara düştü. Bu hikaye çok uzun ve çok büyük bir trajedidir. Eli silah tutan gençlerinin birçoğunu kaybeden Müslümanlar kendi toplumunda Hindu ve İngilizlere karşı güçsüz düştü. Hindular konumlarını daha da sağlamlaştırdı. Artık iki toplumun aynı yönetim ve aynı toprak üzerinde yaşayamayacağı netlik kazanmaya başladı. Hindular tüm bölgeyi kendilerinin yönetmesini istiyordu. Aslında tarihleri boyunca kıta genelinde hiç yönetici olmayan Hindular İngilizlerin el vermesiyle adeta birer devlet adamı olmaya çalışıyordu. Sadece İngilizleri taklit ederek, onların kıyafetini giyerek, onların içtiği sütlü çayı içerek ve ellerine kısa bir asa alarak garip hareketlerle İngilizlere benzemeye çalışmaları İngilizler tarafından gülünç bulunuyor ve onların neşe kaynağı oluyordu.
“TWO NATİON THEORY” İKİ MİLLET TEORİSİ VE AYRILMA DÖNEMİ
İngiltere’de hukuk okuyup ülkesine dönen Mahatma Gandi de Hinduların kurduğu Ulusal Kongre partisine üye olmuştu. Diğer özgürlük hareketleri daha çok terör ve Müslümanların mallarını yağmalayan çete konumunda olduğundan onlara uzak duruyordu. Kurulacak bir Hindu devletinde Müslümanların hakları ve hukukları konusunda kimse Müslümanlara bir garanti veremeyince ortaya ayrılık ve başka bir devlet kurma fikri atıldı. “Two nation theory” İki Millet Teorisini 1930’lu yıllarda ilk ortaya atanlardan biri olan “İslam Şairi” lakaplı Muhammed İkbal ve arkadaşları olmuştu.
Müslümanların ayrı bir devleti, Gayri Müslimlerin de başka bir devleti olması için başlayan tartışmalar bu kez Müslümanlar arasında ayrışmaya neden oldu. Müslümanların bir kısmı ayrılmayıp Hindularla birlikte yaşayarak haklarını korumayı savunuyordu. Ancak diğer kesim ise İngilizlerin Müslümanlara hiçbir hak tanımadığını, her geçen gün Hindu fanatiklerinin ev ve iş yerlerine saldırdığını, öldürdüğünü ve evlerinin yakılması karşısında hiçbir şey yapamadıklarından yok olup gideceklerini savunuyordu. Bu konuda fikri olan da olmayan da çok konuştu. Hala da konuşuluyor.
Ayrılmayıp birlikte kalsalardı bugün Hindistan’da en kalabalık topluluk olacaklardı. Ancak kendini savunmadan aciz katledilen ve zulme uğrayan onca insanın acısına kaç kişi dayanabilir. Bir başka noktadan da bakacak olursak ayrılık olmasa bile bugünkü manzaradan daha farklı bir kombinasyon olmayacaktı. Hala Müslümanlar tam anlamıyla birbiriyle ittifak içinde değil. Her ırk ve bölge kendi halinde, kendi sorunuyla mücadele ediyor. İşgal altındaki Cammu-Keşmir olayına bile Müslümanların bir kısmı Hindistan devletinin gözüyle bakıyor. Üzülerek belirtmeliyim ki henüz ulusal anlamda bir birliktelikten söz edemeyiz.
Daha sonra İngilizler işin içine girerek ayrılmaya sıcak baktıklarını ve halkı serbest bırakacaklarını dile getirerek engel olmayacaklarını belirttiler. Ancak İngiliz’in sözüne asla güven olmadığını bilen Müslümanlar bu yaklaşıma ihtiyatlı davransa da yapacak başka bir şey yoktu. Eyaletlerdeki halka ve yöneticilerine Müslümanların idaresinde olacak ve Pakistan adında ve Muhammed Ali Cinnah liderliğinde kurulacak devlette mi yoksa Hinduların idaresindeki Baharistan (Hindistan) adında ve Mahatma Gandi liderliğinde kurulacak devlette mi yaşamak istersiniz? diye soruldu. Yarımadada Müslümanlara karşı baş gösteren terör ve şiddet olaylarından dolayı her iki taraftan yaklaşık bir milyonun üzerinde insan hayatını kaybetti, yaklaşık iki milyon Müslüman ise yerinden göç etmek zorunda kaldı. Bu belki de dünyanın gördüğü en büyük zorunlu göç oldu. Pakistan bölgesi Müslümanlar için bir sığınak oldu. Özelikle Müslüman elit kesim hicret etti. Devlet memurları, siyasiler, diplomatlar, entelektüeller, gazeteci- yazarlar, bankacılar, iş adamları ve tüccar sınıfındaki aileler göç etmişti. Genellikle orta ve küçük ölçekli dükkân ve işyeri sahipleri ile birlikte, çiftçi, zanaatçı, devlet birimlerinde alt tabakalarda çalışanlar, günlük yevmiye usulü çalışan işçiler, siyasi ve sosyal olaylara çok fazla duyarlı olmayan kişiler ise Hindistan’da yerlerinde kalmayı tercih etti. Köklü medreselere sahip olan alimlerin de bir kısmı Pakistan’a hicret etmişti.
KEŞMİR SORUNUN BAŞLANGICINDA İNGİLİZLERİN HİNLİĞİ YATIYOR
Müslümanların çoğunlukta olduğu eyaletler olan Pencap, Sind, Belucistan, Hayber Pathunhva(Peştunistan) ile Bangladeş’in tamamı Pakistan’a katılmayı kabul etti. Ancak ülkenin orta tarafında kalan ve Pakistan ile hiçbir sınır bağı olmayan eyaletler coğrafi şartlar nedeniyle Hindistan’la birlikte kalmaya karar vermek zorunda kaldı. Keşmir ise çok farklı ve hileli davranışlarla bir nevi ortada kaldı. 1947 yılında yapılan taksimde iki devlet birer gün arayla bağımsızlığını ilan etti ve kendi bünyesinde sistemini kurmaya çalıştı. Cammu- Keşmir’in halkı Müslüman ancak yöneticisi Hindu idi. Halk Pakistan’a bağlanmak istedi. Ancak Maharece İngilizlerin desteğiyle bu birleşmeye karşı çıktı.
Sahte belgelerle Keşmir’i Hindistan’a bağladığını iddia ederek Hindistan’ın bölgeyi işgal etmesine vesile oldu. Bu işgal karşısında yeni kurulan Pakistan elinde imkan olmamasına rağmen Hindistan ile savaşa girmek zorunda kaldı. Bu savaş sonucunda Keşmir ikiye bölündü. Daha sonraki savaşlarda ise işin içine Çin de girdi ve bugün Keşmir 3’e bölünmüş durumdadır. Hindistan tarafından işgal edilen Cammu-Keşmir’de durum çok kötüdür. Yılın yarısından fazlasında sokağa çıkma yasağı vardır. Müslümanların ibadet ve yaşam hakları ellerinden alınıp adeta esaret hayatı yaşatılmaktadır. İngilizler sözde garantör olacaktı ama Cammu- Keşmir olayında Hinduların tarafını tutarak gerçek yüzlerini göstermiş oldular. İş bununla da bitmedi. 1971 yılına gelindiğinde Bangladeş’teki ayrılıkçı Milliyetçi gruplar desteklendi. Pakistan merkezi hükümetle ayrılıkçı milliyetçi gruplar istenmeyen iç savaşa kalkıştı. Hindistan ve İngilizlerin desteğiyle Bangladeş bağımsız oldu. Ama böylece iki kardeş ve Müslüman olan birbirine düşman oldu. Bu düşmanlık hala günümüzde de devam etmektedir.
Bir durgun suda iki balık kavga ediyorsa bilin ki buradan 5 dakika önce bir İngiliz geçmiştir. İnsanları birbirine kırdırtmak ve iç karışıklık çıkartmak konusunda kötülerin en beceriklisi olan İngiltere eski sömürge ülkelerinin yönetiminde hala etkili ve onlardan hala vergi almaktadır. İngiltere’nin sözde çekildiği Hint Yarımadasında meydana gelen devletlerde özellikle Hindistan’da Müslümanlar ciddi derecede azınlık konumuna düştüler. Bunların hakları tam olarak kayıt altına alınmadı. Kâğıt üzerinde Müslüman azınlık statüsündedir ancak gerçek anlamda kanun önünde hak sahibi değildir. Özellikle kırsal kesimde tamamen fanatik Hinduların zulmü altında yaşamak zorundalar. Haksızlığa uğradığında mahkemeye gitmeyi aklından bile geçirmezler. Çünkü mahkemede suçlu bulunacağı gibi bir de geride kalan ailesine köyde ve kasabada Hinduların fenalık edeceğini bildiğinden uğramış olduğu zulme peşinen razı olur.
ARAKAN’DAKİ MÜSLÜMANLARIN UĞRADIĞI ZULMÜN TARİFİ YOK!
Myanmar bölgesinde işgal altındaki Arakan Müslümanlarına fanatik Budistlerin ve devlet güvenlik güçlerinin neler yaptığı son yıllarda ve günlerde iyice ayyuka çıktı. Burası da İngilizlerin hilesiyle eski adı Burma olan devlete bırakılmıştı. Burada Müslümanların varlığı tanınmıyor ve ülkenin vatandaşı olmadıkları iddiasıyla evleri, mülkleri gasp edilip vahşice katlediliyorlar. Ülkede bulunan Müslümanların hiçbirine gerçek anlamda hak verilmezken özellikle Arakan bölgesindeki Müslümanlara ise asla hayat hakkı tanınmıyor ve 5 milyonluk Müslüman nüfus bugün yaklaşık 2 milyona düşürüldü. Geri kalanlarda o topraklardan çıkarılana kadar devlet destekli Budist çeteler ve devlet birimleri durmayıp katliama ve sürgüne devam edecekler.
Sri Lanka’da ise durum biraz daha farklıdır. Ülkedeki Müslümanların oranı yaklaşık yüzde 12 civarındadır. Burası çayın anavatanı ve Hazreti Adem’in cennetten yeryüzüne indiği ada olarak da bilinir. Halkın geneline yakını Budist olan adada Tamil gerillaları yıllarca devletle savaştı sonunda yenilgiye uğratıldı. Son yıllarda dünyada baş gösteren İslam düşmanlığı maalesef Sri Lanka’da da yayılmaya başladı. Bundan 15 yıl öncesine kadar Müslümanlar adada normal şartlarda yaşıyordu. Hatta orta ölçekli ticaret hala Müslümanların elindedir. Kendilerine ait özel okulları, Sarandıp medreseleri var ve devlet dairelerinde memur olarak çalışabiliyorlar.
Myanmar’daki fanatik Budistlerin lideri Sri Lanka’daki Budistleri etkileyerek Müslümanlara karşı baskı yapmaları sağlanıyor. Ülkede terör örgütü Tamillerin yok olmasını fırsat bilen fanatik bazı devlet görevlisi yeni hedeflerinin Müslümanları adadan göndermek olduğu gibi aptalca ve faşistçe sözler sarf etmektedir. Zaman zaman Müslümanlara saldırı düzenlenmiş olsa da genel anlamda Müslümanlar Sri Lanka’da azınlık olarak yaşamaya devam etmektedir.
HİNDİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLAR KİMLİĞİNİ KORUMAK İSTİYOR
Hindistan’daki Müslüman nüfus yaklaşık yüzde 15 civarında olmasına rağmen yaşanan olumsuzluklar ve Müslümanlara karşı sergilenen ekonomik ve siyasi ambargo nedeniyle Müslüman aile birliğinin gittikçe azaldığını resmi makamlarca kayıt altına alındı. Dağınık yaşayan Müslümanlar arasında tam bir birlik ve beraberlikten söz edemeyiz. Hemen her eyaletteki Müslüman ile başka eyaletteki Müslüman arasında ırk ve dil farklılığı olduğundan İslam inancı ve akidesi dışında çok fazla ortak hareket edecekleri nokta bulunmamaktadır. Bunca Müslüman nüfusa rağmen hala ulusal anlamda bir gazeteleri, siyasi parti veya televizyonları bulunmamaktadır. Bölgesel olarak güçlü siyasi partiler olmasına rağmen ulusal anlamda bu birliktelik bir türlü sağlanamadı.
Özellikle devlet medyasında ve fanatik Hindular tarafından Müslüman tarif edilirken, köktendinci, ayrılıkçı, kendi toplumuna yabancı, radikal unsurlarla irtibatlı, ülkenin kötülüğünü isteyen potansiyel bir düşman olarak gösterilir. Bu durum Müslümanları çok üzüyor çünkü onlar da en az Hindular kadar Hintli ve yerli. Bu topraklardan başka gidecekleri bir yerleri yok. Gitselerdi daha başından bu yerleri terk ederlerdi.
Hindistan’ın kurucusu Gandi ve onun takipçisi Nehru, Hindu dinine ait devlet yerine laik bir idare kurdular. Kâğıt üzerinde böyle olsa da gerçek anlamda birçok yerdeki idare Hindu inancının etkisinde yürütülmektedir. Müslümanlar ve Sihler adeta toplumdan dışlanmaktadır. Göstermelik olarak ülkenin şimdiye kadarki 12 cumhurbaşkanından 3’ünü Müslümanlardan seçmiştir. Ancak Hindistan’da cumhurbaşkanı sadece bir figürdür. Adeta hiçbir yetkisi yoktur ve protokolde bir aksesuar gibidir.
Devlet dairelerinde Müslümanlar nüfuslarına göre istihdam edilmiyor. Bilerek ve bilinçli bir şekilde Müslüman azınlık devlet görevlerinden uzak tutuluyor. Hatta onlara güvenilmiyor. Oysa hepsi aynı ırkın, aynı devletin ve aynı toprağın evlatları ama Müslüman oldukları için dışlanıyorlar. Sri Lanka ve Hindistan’da emlak satın alma veya kiralama konusunda ise neredeyse her iki ülkede de Müslümanlara evlerini vermemek için ırkçı bir direniş sergileniyor. Özellikle dini bayramlar Müslümanların en çok zulme ve baskına uğradığı zaman oluyor. Kurban bayramı zamanında hemen her yıl bu ülkelerde onlarca saldırı olur ve her yıl ortamla 6-7 kişi hayatını kaybeder. Kamu alanında olduğu gibi çarşı ve pazarda da Müslüman kadınlar giysileri ve dini tercihlerinden dolayı aşağılanıyor ve hizmet almakta zorluklarla karşılaşıyor. Müslümanların iş bulmakta hiç şanslarının olmadığını tahmin edersiniz. Bundan dolayı Müslümanlar daha çok kendi küçük işletmelerinde iş sahibi oluyor. En büyük sorunların başında yoksulluk ve işsizlik geliyor. Müslüman gençlerin ancak yüzde 4’ü seçkin üniversitelere gidebiliyor. Buna rağmen ülkenin önemli yarışmalarında Müslümanlar ödül alıyor, hatta Sanskirit Ödülünü bile birkaç kez Müslüman öğrenciler kazandı. Hintli Müslümanlar teröre ve bağnazlığa kaçmadan kanunlara uygun bir şekilde yaşayama çalışıyor.
Ülkede en büyük problemlerin başında Müslümanların kimlik problemi, güvenlik asimilasyon, eğitim, eşit iş imkânı ve varlıklarının kabullenilmemesi gelmektedir. Sanki Hindistan sadece Hinduların memleketiymiş gibi yanlış ve aptalca bir inanışla Müslümanların dışlanması son yıllarda bizzat devlet eliyle yapılmaktadır. Aşırı ırkçı ve milliyetçi grubun hem ulusal hem de yerel parlamentolarda egemen olmasıyla Müslümanlara kimliğinden dolayı saldırı yapılmaktadır.
FANATİK HİNDULAR MÜSLÜMANLARA VE TARİHİ ESERLERE SALDIRIYOR
Birkaç eyalette komünist partinin egemen olmasıyla Hindu milliyetçileriyle birlikte hareket ederek İslam’ın kutsallarına saldırıyorlar. Özellikle bölgedeki Türk ve İslam eserlerine yönelik tahripkâr saldırılar yaparak İslam tarihinin izleri silinmek isteniyor. Devlet ve güvenlik birimlerinin sadece izleyerek bu saldırılara asla müdahale etmemesi ise dikkat çekicidir. Oysa ülkeye gelen turistler söz konusu tarihi eserler için gelmektedir. Görünümünden para kazanıyorlar ama varlığına tahammül edemiyorlar. İktidardaki Baharatiya Janata Partisi (BJP) 1990 yılından beri Müslümanlara karşı şiddet eylemlerinin başını çekmektedir. Müslümanların tarihi mescitlerini yıkarak yerine Hindu tapınakları yapan Modi’nin başkanlığındaki BJP 1992’de Ayodha’da yer alan tarihi Babri Mescidi yıkarak yerine Hindu tapınağı yaptırarak ne denli tehlikeli bir tırmanış içinde olduğunu göremeyecek kadar gözü dönmüş birisidir. Aynı ırkçı parti ülkenin Gujrat eyaletinde benzer aptalca fiillerde bulunarak yüzlerce Müslümanın katledilmesine sebep olmuştur. Devletin Müslümanlara baskısının yanında bazı ana akım İslam’ı hareketler tüm baskılara rağmen varlığını sürdürmektedir. Dar’ul Ulum Diyobendi, Mevdudinin kurduğu Cemaati İslami, Barelvi Cemaati ile Tebliğ cemaati de eskiden günümüze kadar hala dini faaliyetlerine devam ediyor. Ülke genelinde bu akımlara mensup Müslümanlar cemaat kültürünü benimsemiş ve kendi toplumunun değerlerine saygılıdır. Evliliklerini genelde kendi inanç grupları arasında yapmaktadır. Ülkede bulunan ve İngilizlerin ihdas ettiği son yalancı peygamber Ahmed Gulam Kadiyani grubu ve devletin derin yapısıyla irtibatlı olan FETÖ terör örgütünün elemanları özellikle Dinler arası Diyalog safsatası üzerine ciddi çalışmaları bulunmaktadır. Ülkede hala FETÖ mensubu kişilerin hem akademik alanda hem de ticari olarak aktif çalışmalarına rejim ses çıkarmıyor. Oysa Sayın cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın son gezisinde söz konusu terör örgütünün faaliyetlerine izin verilmeyeceği yönünde söz verilmişti. Bırakın kısıtlamayı toplamda 6 kişinin yapmış olduğu protesto sanki çok büyük bir eylemmiş gibi ana medya ve TV’lerde gösterildi. Bunlardan 4’ü Türk vatandaşı 2’si ise Türkiye’de okumuş olmalarına rağmen ülkemizi kötüleyen beyanatlarda bulunmaları ve bunların eylemlerine izin verilmesi de düşündürücüdür.
Müslümanların azınlık olduğu kentlerde toplu kılınması gereken Cuma namazlarını kılamayan veya dar alanlarda yapılmış küçük mescitlerden dışarıya sarkan cemaate müsaade edilmiyor. Tüccarların bir arada olduğu alanlarda helal yemek konusunda sorun olmayan ülkede Hindu ve diğerlerinin yemeklerini yiyemeyen Müslüman oldukça zorlanmakta. Müslüman lokantalara da inek etinden yapılmış yemek ve kebap satıldığı için bazen fanatik Hindular baskın yapıyor. Böylesi durumlarda emniyet güçleri asayişi temin etmesi gerekirken görmemezlikten geliyor.
Özellikle Madras Menkul Kıymetler Borsasında, altın ve gümüş sektörü ile birlikte ülkedeki önemli kültür ve gelir kaynağı olan film sektöründe de önemli ölçüde söz sahibidirler. Filmler genel halka hitap ettiğinden dolayı İslami anlayış değil popüler Hint kültürünün temelinde senaryolar yazılmaktadır.
PAKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLAR
Pakistan’da ise Müslümanlar çoğunlukta olduğundan dinin yaşanmasında herhangi bir sıkıntı olmamakla birlikte ülkedeki siyasi çalkantı hiçbir zaman durmadı. Asker hemen her 10 yılda bir yönetime el koyarak ülkenin daha da geri gitmesine vesile oluyor. Değişik dini ve siyası oluşumlar aşırı fikirlere sahip olduklarından zamanla birbirlerine karşı silah da kullanmaktan geri kalmamaktır. Her mezhep ve her cemaat dinini ve adetlerini çok rahatlıkla yaşayabiliyor. Buna şimdiye kadar müdahale eden pek olmamıştır.
Pervez Müşerref askeri darbeyle başa geçtikten sonra ülke tarihinde ilk kez namaz kılanlara silah kullanıldı. Medrese veya camilere son derece saygılı olan Pakistan güvenlik birimleri ne olduysa İslamabad’daki Kızıl Mescit’e ve yanındaki medreseye baskın düzenleyerek içeride ders yapan onlarca masum katledildi. Bu katliam ABD’nin beğenisini almak için ve “terör bahane” edilerek yapıldı. Halk bundan dolayı Müşerref’i asla affetmedi. Belki de dünyada azınlıkların en rahat yaşadığı ülke Pakistan’dır. Burada gayri Müslimlerin özel hukukla hakları koruma altına alınmıştır. Hindu, Budist ve kafir olarak kabul edilen Kadiyaniler bile mecliste temsil edilmektedir. Bayraktaki yeşil Müslümanları, beyaz kısım ise azınlıkları temsil etmektedir. Komşusu Hindistan’da Müslümanlar baskı ve varlıklarını kabul ettirebilmek için mücadele verirken Pakistan’da ise azınlıklara devlet bizzat yardım etmektedir.
Önceden beri ülkede mezhep çatışması vardı. Şii ve Sünni mezhepler arasında, İran ve Suudi Arabistan’ın kışkırtmasıyla istenmeyen kanlı çatışmalar oluyordu. Ancak son zamanlarda Taliban , El-Kaide gibi terör örgütlerinin çıkmasıyla bu örgütler kendi aralarında olduğu gibi diğer Müslüman gruplara ve devlet birimlerine karşı kanlı eylemler yapmasıyla ülkenin terör ile ciddi bir şekilde başı beladadır.
Kuruluşundan beri Hindistan ile 3 kez savaşa giren Pakistan, ekonomik olarak düşman bellediği komşusuna nazaran çok güçlü değildir. Her an Hindistan’ın bir saldırısı ile karşılaşacakmış gibi teyakkuzda olan Pakistan atom bombasını yaparak caydırıcılığı ortaya koyabilmiştir. Eğer bu bomba yapılmamış olsaydı bugün Pakistan’ın durumu çok daha kötü olurdu. Ancak Atom Bombası’ndan dolayı başta ABD ve diğer emperyalist ülkeler Pakistan’ın rahat bir nefes almasını engelliyorlar.
Ayrıca Afganistan cihadından beri ülkeye mülteci olarak gelmiş olan halk ancak yıllar sonra kendilerini yerli halk gibi görmeye başladı. Yaklaşık 1,5 milyon Afganlı mülteci ülkesine dönmek istemiyor. Bununla birlikte Hindistan’ın Cammu Keşmir’i işgal etmesiyle yüzbinlerce Keşmirli de mülteci olarak Pakistan’da yaşamaktadır. Kendi dar ekonomik ve sosyal imkanlarına rağmen ülkesine gelen mültecilere de yardım etmeye çalışan Pakistan, ülkemiz başta olmak üzere dünyanın neresinde bir Müslümanın derdi olsa hemen ilgilenir ve sahiplenir. Türkiye sevgisi had safhadadır.
BANGLADEŞ’TEKİ MÜSLÜMANLARIN DURUMU
Bangladeş, 1972’de Pakistan’dan kanlı bir şekilde ayrıldıktan sonra tam anlamıyla hiçbir zaman kendine gelemedi. Kalabalık nüfusun yanında yaşanan iç savaş, ekonomik imkanların kısıtlı olması ve maden olmaması ülkedeki fakirliği ve yoksulluğu gittikçe artırmaktadır. Kendi nüfusu ve ekonomik sıkıntısı yetmezmiş gibi bir de Arakan’a komşu olması sebebiyle yaklaşık bir milyon mülteci kontrolsüz bir şekilde ülkede yaşamaktadır. Bangladeş bu yükün üzerinden kalkamadığı gibi olayları da idare etmekten acizdir. Ülkede siyasi çalkantı ve son zamanlarda siyasi cinayetler işlenmektedir. İktidar partisi eskinin intikamını almak için 92 yaşında cezai ehliyeti dahi olmayanları uyduruk mahkemelerde yargılayıp idam ettirmektedir. Laikliği bir nevi bizdeki eski 28 Şubat dönemi gibi uygulayan Bangladeş’in şimdilik yönetimi dindar halka ve dini cemaatlere karşı son derece hoşgörüsüzdür. Müslüman cemaatlere karşı sözde laikliği uygulayan devletin, ülkedeki Hindu azınlığa karşı ise son derece müsamahakâr davranması da düşündürücüdür.
Ekonomik ve siyası alanda neredeyse Hindistan’ın hegemonyası altında olan Bangladeş’teki Müslümanların oranı yüzde 80’dir. Hindu nüfusunun oranı ise yaklaşık yüzde 15’tir. Halkıyla barışık olmayan Bangladeş halkı fakir olmasına rağmen çok kanaatkâr ve ekmeğini Arakanlı mültecilerle paylaşmaya razıdır. Ancak buna devletin engel olmasıyla birlikte hem mülteciler hem de yerel halk maddi ve manevi kayıp yaşıyor.
Bangladeş aslında Arakanlı mültecileri bir nebze de olsa ekonomisinin kalkınması için küçük bir motivasyon sağlayabilir. Mültecilere yapılacak yardım malzemeleri Bangladeş’ten satın alınarak dağıtılabilir. Paralar resmi yollardan Bangladeş bankalarına gönderilerek ülkedeki döviz sıkıntısının bir kısmı giderilmiş olur. Engel çıkarınca yardımlar başka ülkelerden satın alınarak getiriliyor.
Maden ve enerji bakımından son derece yoksun olan Bangladeş’te içme suyuna karışan arsenik nedeniyle ciddi bir şekilde zehirlenme yaşanmaktadır. Nüfusun artması, toprakların hem verimsiz hem de küçük olduğundan halkın yaşam kalitesi çok düşüktür. Okuma-yazma oranı çok düşük. Kadın ve çocukların haklarından bahsedemeyiz.
Dini cemaat ve dindarların ülkede yaşatılmamasını öngören şimdiki rejim ülkenin ilerlemesindeki en büyük sorunların başında gelmektedir. Hint yarımadasının Güney Asya kısmında yaklaşık 800-850 milyon arasında Müslüman yaşıyor. Dünya Müslümanlarının 1,7 milyar olduğunu kabul edecek olursak yaklaşık dünya Müslümanlarının yarısı bu bölgede yaşamaktadır. Bu kardeşlerimizin en büyük sorunu fakirlik ve cehaletle savaşmaktır. Sağlam ve güncel eğitim alamadan geleceği inşa edemeyiz. Ezbere ve daha çok çok eski zamanlarda öğretilen konuların hala okul ve medreselerde okutulması nedeniyle milyonlarca genç beyin heba olmaktadır. Bölge halkının matematik ve fen bilimlerine yatkınlığı birçok gelişmiş ülkeden daha fazladır. Pakistan’ın çok kıt imkanlarla Atom Bombasını yaptığını unutmayalım. Aynı şekilde Hindistan’ın yazılım alanında dünyanın en iyilerinin arasında olduğunu da hatırlamalıyız.
Pakistan, Bangladeş başta olmak üzere Hindistan’daki ve Sri Lanka’daki Müslümanların bizleri karşılıksız sevdiğini ifade etmeliyim. Tarihimizin bir parçasının hala bu topraklar üzerinde olduğunu unutmamalıyız. Ülkemizin altın gençleri, bölge için belki çok ilginç ve taraflar arasında dostluğu pekiştirecek yeni buluşlara imza atabilir.
Müslümanlar bizi her zaman bağrına basıyor. Gayri Müslimlerin geneline yakını da bize karşı ön yargısız bakmaktadır. Ancak siyasi anlamda bölgedeki Hinduları ve Budistleri emperyalist çevreler PKK/PYD, DEAŞ ve FETÖ gibi kullanarak Müslümanlara karşı dolduruşa getiriyor. Bölge insanlarıyla ilişkilerimizi sıcak tutacak olursak bu olumsuz algının da son bulacağını ve İslam’ın gerçek yüzü olan “barış” ile tanışacaklarından eminim.
Orta Asya’dan gelen ecdadımızın bölgeye bıraktığı en büyük ve kıymetli değer şüphesiz ki güzel bir mazi ve İslamiyet’tir. Bölgede yaklaşık 9 asır süren Türk İslam hakimiyeti İngilizlerin gelmesiyle sona erdi. Yerine zulüm ve gözyaşı geldi. Birlik ve beraberlik bozularak bölgede kanlı çatışmalar körüklendi. İmam Hatip nesli Allah’ın izniyle ümmetin üzerine çöken kara bulutları dağıtarak yine ilim, adalet ve sanatta çığırlar açarak bölgedeki kardeşlerine ulaşacaktır.
Aslan Balcı / Gazeteci-Yazar
Tohum Sayı 160 / Kış 2018